"Bana ev hikayesinden söz açmayın. Artık benim oraya gideceğim yok!" Fuzuli, Leyla ile Mecnun |
|
||||||||||
|
“İçeri git sen,” dedi sertçe. Osman, o an ayılır gibi oldu hülyali halinden. Selim’e çevirdi başını. Ne yapması ya da ne söylemesi gerektiğine onun karar vermesini ne kadar da çok isterdi. Bir lakırdı etse, cengaverce çıkışsa ve onlara hadlerini bildirse! Nafile yere suratında ne düşündüğüne dair izler aradı. O muhlis surette okuyabildiği, sadece, gözlerinde gezinen uykunun katmer katmer demleri oldu. Fatma yerinden kalkmadan, “Meyleri tazeleyelim mi?” dedi. Osman’dan cevap alamayınca ekledi: “Hangi makamı istek buyurursunuz Ağam?” Endişeliydi ama sesinin titrememesi, olan bitenden haberi varmışcasına kendinden emin konuşması gerekmişti. Osman, Selim’e dönerek: “Sabahı ettik Selim Efendi, gayrı eve gitme vakti geldi,” dedi. Fatma’nın üzerinden bir yük kalkmış; o kalkan yük, Efsun’un üzerine binmişti. Hayal kırıklığını, demirden bir zırh gibi ruhuna doladı. Omuz başları çöktü, bedeni külçeleşti, kolları dermansız iki yanına düştü, elindeki mendil kaydı ve yere serildi. Osman, gözleri yerdeki mendilde ayağa kalktı, mendilin üzerinden yürüyerek geçti ve merdivenlere yöneldi. Selim arkasından, Fatma ve yardımcısı da onun ardından indiler merdivenlerden. Fatma öne geçerek kapıyı açtı ve önceden kafasında tarttığı konuşmaları bir bir sıraladı: “Anladınız ya, Kıpti kızın gönlü varmaz er milletine. Güzel olmasına güzel zilli, ama kusurlu. Elden bir şey gelmez. Yarından tezi yok göndereceğim onu. Efsun’a takmış şimdi de kafayı. Hülyalı hülyalı bir süzüşü var ki senin dilberi! Lakin, Efsun’un gözleri senden başkasını görmüyor, bilesin. Bu gece, gitmekle kalbi,” derken Osman eliyle susturdu onu. Tek kelime etmeden çıktılar kapıdan. Yardımcısı, dış kapıya kadar geçirdi onları. “Uğurlar ola Beyler! Bu meşkhane yine yolunuzu gözler,” dedi esneyerek. Osman ve Selim sessizce yürüdüler taşlık yollardan. Geçtikleri sokaklar, günü karşılamak için uyananların ayak sesleri ile çınlıyordu. Kadınlar çalı süpürgeleri ile bahçelerini süpürüyorlar; erkekler sabah namazı için hızlı adımlar ile camiye gidiyorlardı. Selim halini düşündü. Kanayan yüreği, aşk dergahında Kıpti kızın raksı ile yıkanmış; aşkın başka bir türü ile derman bulmuştu. Henüz içinde isimlendiremediği bu tür, Tasavvufi bir aşktan başka bir şey değildi. Osman’ı düşündü sonra. Dermansız bir aşka düştüğü, gün kadar aşikardı. Birkaç lakırtı etmeye yeltendi ama sonra kelimeleri yuttu. “Bazen,” dedi içinden “Bazen en iyisidir aşkla pişmek. Ruhun bilinmeyen dehlizlerine ancak onunla varır, onunla aydınlanırsın. Bu gönlüne düşen ilk cemredir. Bilmezsin ki ışığına biraz daha yaklaştın. Oysa sen hala Arafta sanırsın kendini.” Osman acı çekiyordu, ama bunu Selim’e göstermeye niyeti yoktu. Onunla o kadar alay etmiş, o kadar haline gülmüşken, benzer bir kozu eline vermek istemezdi. Yüreği, seher kızıllığı gibi alev alevdi. Kıpti kızı, tüm güzelliği ile raks eden o ahu dilber, zehirli hançerini saplamıştı sinesine bir kere. Artık iflah olmazdı bu deli gönül. Hele ki dermanı addettiği o sinsi, çaresizliğe terk eyleyerek gidecekti buralardan, aşkı zerk ettiği bu nefsin yavaş yavaş solacağını bilerek. Hele Efsun, bir tekme de o vurmamış mıydı? Tüm bu olanlar Osman'ın izzetinefsine dokunmuştu. Cebinden Efsun’un mendilini çıkarttı ve tiksinerek yere attı. Bir daha Afet Fatma’nın meşkhanesine ayak basmamaya ant içti içinden. Döndü arkasını ve üç kere tükürdü yere. Bu da andının nişanı olsundu. Cebinden çıkarttığı çakısıyla, Selim’in kolunu tuttuğu gibi çizdi. Selim şaşkın, bir koluna bir Osman’a bakarken Osman kendi kolunu da kesti. “Ne garip,” diye düşündü, “ Aşk acısının yanında bu acı, sadece bir zerreden ibaret.” Selim’e döndü: “Aşk bizi birleştirdi, varsın kanlarımız da birleşsin. Bundan gayrı, kan kardeşimsin,”dedi. Sabahın aydınlattığı, evlerden ekmek kokuları gelen yollarda, yüzlerinde gülümseme, Osman’ın eli Selim’in omzunda yürümeye devam ettiler. Biri aşka tutsak, diğeri aşktan azade. -SON-
İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.
|
|
| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık | Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi | |
Book Cover Zone
Premade Book Covers
İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim
Yapım, 2024 | © Seda Han Doukas, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır. Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz. |