..E-posta: Şifre:
İzEdebiyat'a Üye Ol
Sıkça Sorulanlar
Şifrenizi mi unuttunuz?..
Bilinç ruhun sesidir, tutkular ise bedenin. -Rousseau
şiir
öykü
roman
deneme
eleştiri
inceleme
bilimsel
yazarlar
Anasayfa
Son Eklenenler
Forumlar
Üyelik
Yazar Katılımı
Yazar Kütüphaneleri



Şu Anda Ne Yazıyorsunuz?
İnternet ve Yazarlık
Yazarlık Kaynakları
Yazma Süreci
İlk Roman
Kitap Yayınlatmak
Yeni Bir Dünya Düşlemek
Niçin Yazıyorum?
Yazarlar Hakkında Her Şey
Ben Bir Yazarım!
Şu An Ne Okuyorsunuz?
Tüm başlıklar  


 


 

 




Arama Motoru

İzEdebiyat > Öykü > Sürrealizm > Hacer Aktaş




12 Şubat 2011
Yıldız Kaydı: Hadi Bir Dilek Tut!  
Bir Dilek Hakkı....

Hacer Aktaş


Değilmiki iki ezan arasındaydı hayat.Kulağıma okunan ezanın hükmü ardımdan okunacak olan ezanla sona erecekti. Zor değildi.Kolaydı.Yolu yordamı vardı.Mümkündü. Bir beyaz mermerin üstündeki cam kırığına bakardı her şey bir de henüz kurumamış,kanayan rengini kaybetmemiş güle.


:BCHF:
Gözlerimden yüzüme akan hüzünlerle uyuya kaldım o gece. Artık içinde benden başka kimsenin kalmadığı kocaman evde. Sessizdi. Sessiz ve nefessizdi her şey. Cam kırıklarıyla doluydu salon. Beyaz mermerlerde kırmızı lekeler çarpıyordu göze ve benim bileğimde hafif bir acıma hissinin yangını sürüyordu. Sayısız kitabın arasında ve esansla dolu sayısız beyaz taş kutunun,cam şişenin içinde gül kuruları vardı. Asıl rengi kırmızıydı her gülün. Kan kadar kırmızıydı gül. Ve mermer zeminin üstündeki kan kadar beyaza zıttı gülün rengi. Aynı zamanda da zıt olan her şeyin birbiriyle uyumlu olması kadar da uyumluydu. Ama asıl renginde değildi gül. Kanamıştı. Tükenmişti. Tükenince incelmişti gülün yaprakları. Kanayınca ve aynı zamanda kuruyunca çok şey eksilmişti gülün renginden. Her gül gibi kuruyunca onun rengi de siyaha dönüşmüştü. Gülün hali buydu. Evin hali buydu. Benim halimse tüm hallerden ayrıydı. Belki biraz rengini kaybeden güle benziyordum o kadar. Belki biraz da kırgınlığımla o beyaz taş kutunun üstüne düşüp kırdığı cam şişeye benziyordum. Ve ben her gece bir yıldız kaysın diye beklerken uyuya kalıyordum. Gecelerden öyle bir geceydi gene,yıldız kovalarken gözlerim gökyüzünde,nefessiz kalmıştım bende öylece. İçimdeki sızı bileğimdekini geçmişti. Derin bir yara vardı içimde. Kanıyordu hep. Bense yerini keşiften acizdim o yaranın. Can acıması,can’ın acıması değildi. Başka,bambaşka bir şeydi bu. Ellerim titrerken gül ve ağaç kokulu sayfaların üstünde, ben biliyordum gene de kan kaybından olmayacaktı ölümüm. Düş kaybından olacaktı. Uyudum o gece. Kayboldum düşlerin içinde. Uykunun derin,kasvetli mahzenlerinde gezindim durdum aylak aylak. Neden sonra U-yandım. Vakit alaca kar’ an’lıktı. Her şey bir an’lıktı. Bir an’da doğuyordu Güneş sonra yine bir an’da batıyordu. Nasıl ki gülmek kardeşti ağlamakla. Öyleydi gece. Öyleydi gündüz. Tüm kahkahaların en şiddetli anında ağlamaya dönmesi gibi gece de en karanlık anında sabaha dönüyordu. Vakitlerden o vakitti bütün yangınlardan u-yandım. Semadaki binlerce yıldızın ahenkle dansına şahit oldum. Binlerce,yüz binlerce yıldız vardı kayan. Benimse tek ve biricikti dileğim. Rüya mıydı bu? Uyanıkken düş görür müydü insan? Dedim ya tekti benim dileğim. Başka da yoktu bir di(le)yeceğim. Onu da di(le)yemeden yana yana u-yandım gündüz gördüğüm gece düşünden. Bir ses çağırmıştı sanki beni. ”Uyan. Yan. An. ” Diye seslenmişti sanki. Nasıl oldu da uyandım bilmiyorum. Nasıl olduysa öyle oldu u-yandım işte. Yandım. Ve düştüm kendi düşlerimden. Bir uçurumun kıyısına indim bir anda. Dedim ya her şey bir an’a bakıyordu bu hayatta. İşte bende öyle bir an’da düşüverdim kendi kurduğum düşlerden. Kanat çırpmaya kalktıkça yere çakılan yavru kuşlar gibiydim. Avuçlarımda kan. Elim yüzüm yara bere. Üstüm başım toz toprak içinde. !
Nerdesin anne?
Sanki annemin sesiydi beni uyandıran “kapıyı aç” diyordu. Kapı çalınıyordu. Koştum. Açtım kapıyı. ”Anne” dedim. Bir büyük sessizlikle karşıladı beni rüzgar ve yalayıp geçti soğuk yüzümü. Tenimi acıdı. Orada,kapının dışında karanlık vardı. Soğuk vardı Annem yoktu. Rüzgarın uğultusu kulaklarıma doldu. Her yanım karanlık bir kuyuydu. Yıldızlar karanlığa boğuldu. Akan sular duruldu. O an yeryüzünde tek bir çocuk bile “anne” diyemedi.
Bir adıma bakıyordu her şey ve bir an’a. Bir adımla düşecektim o kuyuya. Kayıplara karışacaktım derinliğinde kuyunun ve suyun. Kolaydı bunun olması. Çocuktum çünkü ben. Çocuk değilsem bile çocuk kadar saftım nihayetinde. Gökyüzündeki yıldızlardı kuyunun dibindeki bir avuç suya yansıyan. Birileri taş atıyordu kuyuya. Suda kavisler çizince taş,ben onu yıldız kaydı sanıyordum. Oysa hiçbir yıldız kaymıyordu. Her şey yerli yerinde ve sabitti. Benim gece sessizliğinde,beyaz mermerlerde param parça olurken hiç ses çıkarmayan düşlerim dahil değildi buna sadece. Esen rüzgarı annem sanmıştım. Onun sesi,nefesiydi sanki. Oysa yanılmıştım bir büyük yanılgıyla. Değildi. Öyleyse ben neden bekliyordum hâlâ ve hâlâ üstümde mine çiçekleri taşıyan incecik pembe elbisemle neden duruyordum burada. Çıplak ayaklarım mermer kadar beyazken şimdi. Titriyorken ben,ve ellerim kavramışken demir kapıyı sımsıkı. Ki soğuktu ve benim düşlerimden daha ağır değilse de ağırdı demir kapı. Neydi beklediğim nihayetinde? Karanlığın içinden bir el beni O’na götürsün diye miydi benim tükenmek bilmeyen umudum. Öyle olmadı. Vakit geceden sabaha dönerken demir kapı olanca ağırlığıyla kapandı. Umut bir kandil oldu kapının önünde. Rüzgar esip haince son kandilin ışığını da söndürünce. Beyaz,soğuk yastık göz yaşlarımla ıslandı. Annem gelmedi. Kimse,hiç kimse gelmedi. Ben gittim onlara. . .
Anneme ve tüm sevdiklerime. Başımı o soğuk yastığın üstüne koyduğum anda onlarla buluştum düşlerimde. Bilmedi. Bilemedi. Hiç kimse benim bildiklerimi. Ve görmedi,göremedi kimse. Hiç kimse benim gördüklerimi.

Anneme uzattım düşümde ellerimi. Gülümsüyordum.
Elini uzattı o da. Gülümsüyordu.
Az bir zaman geçti. Bana asırlar gibi geldi.
Parmaklarım onunkilere değecekti.
Parmakları benimkiler değecekti
Az bir zaman geçti. Bana asırlar gibi geldi.
Tam tutacaktım elimden ve o da tutacaktı elimden
Olmadı !
Yandım. Yandım. U-yandım !

Tam o anda. U-yanıp da bir daha hiç uyuyamadığım zam’ an’da. Bir yıldız kaydı. Sadece tek bir yıldız. Bir tek dilek tuttum bende. Zor değildi. Kolaydı. Gerçek olsun diye dileğim beklemedim. Yolu vardı. Yordamı vardı. Bir kez uyumalıydım. ve bir daha u-yanmamalıydım. Hepsi bu. Hepi topu bu. Ve bu da,bir daha asla u-yanamayacağım bir rüya demekti. Bu kadarcıktı. Yegane ve tek dileğimin hükmü:Bir kalp atışının bir daha duyulmamasıydı. . Değil mi ki iki ezan arasındaydı hayat. Kulağıma okunan ezanın hükmü ardımdan okunacak olan ezanla sona erecekti. Zor değildi. Kolaydı. Yolu yordamı vardı. Mümkündü.

Bir beyaz mermerin üstündeki cam kırığına bakardı her şey bir de henüz kurumamış,kanayan rengini kaybetmemiş güle.

Hacer Aktaş

.Eleştiriler & Yorumlar

:: Teşekkür...
Gönderen: Hacer Aktaş / , Türkiye
4 Mart 2011
Teşekkürler.Yazılarımın beğenildiğini görmek güzel...

:: tebrik az kelime..
Gönderen: Raşit ÇAKIN / , Türkiye
19 Şubat 2011
yazılarınızı tesadufen gezerken denk geldim..çok içten yazıyorsunuz..gerçekten tebrik ederim..sevgiler kaleminize sağlık

:: YORUM
Gönderen: Hacer Aktaş / , Türkiye
12 Şubat 2011
Okuyanlar öyküm hakkında yoprum yaparlarsa sevinirim.Böylece ben de eksikliklerimi ve güçlü yanlarımı daha iyi anlarım.olumlu ve olumsuz eleştirileri için herkese teşekkürler...




Söyleyeceklerim var!

Bu yazıda yazanlara katılıyor musunuz? Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Katılmadığınız, beğenmediğiniz ya da düzeltilmesi gerekiyor diye düşündüğünüz bilgiler mi içeriyor?

Yazıları yorumlayabilmek için üye olmalısınız. Neden mi? İnanıyoruz ki, yüreklerini ve düşüncelerini çekinmeden okurlarına açan yazarlarımız, yazıları hakkında fikir yürütenlerle istediklerinde diyaloğa geçebilmeliler.

Daha önceden kayıt olduysanız, burayı tıklayın.


 


İzEdebiyat yazarı olarak seçeceğiniz yazıları kendi kişisel kütüphanenizde sergileyebilirsiniz. Kendi kütüphanenizi oluşturmak için burayı tıklayın.


Yazarın öykü ana kümesinde bulunan diğer yazıları...
Gece,hiç Bitmeyen Gece (Tek Gerçeğim Olur Musun)
Mavi Gül Dalı ve Uçuruma Atılan Taşlar - 3
Yağmurdan Sonra
Uçuruma Atılan Taşlar
Uçuruma Atılan Taşlar - 2
Bir Mavi Kelebek
Uçuruma Atılan Taşlar

Yazarın diğer ana kümelerde yazmış olduğu yazılar...
Yokluğum Sen [Şiir]
Mutlu Prens [Deneme]
Beyaz Zambaklar [Deneme]
10 Kasımlarda Yaşamak [Deneme]
Kültürümüzle Barışmak [Eleştiri]


Hacer Aktaş kimdir?

Hayata umuduyla,hayalleriyle ve kalemiyle sarılan biri. . . Bazen ateşte denizlerde ilerleyen mumdan bir gemi. . .

Etkilendiği Yazarlar:
Nazan BEKİROĞLU,Cemil MERİÇ,İskender PALA,Elif ŞAFAK,Oscar Wilde,Kemal SAYAR,Sezai KARAKOÇ


yazardan son gelenler

 




| Şiir | Öykü | Roman | Deneme | Eleştiri | İnceleme | Bilimsel | Yazarlar | Babıali Kütüphanesi | Yazar Kütüphaneleri | Yaratıcı Yazarlık

| Katılım | İletişim | Yasallık | Saklılık & Gizlilik | Yayın İlkeleri | İzEdebiyat? | SSS | Künye | Üye Girişi |

Custom & Premade Book Covers
Book Cover Zone
Premade Book Covers

İzEdebiyat bir İzlenim Yapım sitesidir. © İzlenim Yapım, 2024 | © Hacer Aktaş, 2024
İzEdebiyat'da yayınlanan bütün yazılar, telif hakları yasalarınca korunmaktadır. Tümü yazarlarının ya da telif hakkı sahiplerinin izniyle sitemizde yer almaktadır. Yazarların ya da telif hakkı sahiplerinin izni olmaksızın sitede yer alan metinlerin -kısa alıntı ve tanıtımlar dışında- herhangi bir biçimde basılması/yayınlanması kesinlikle yasaktır.
Ayrıntılı bilgi icin Yasallık bölümüne bkz.