Saat 3.30. Rüzgar öfkesini kapılara çarpıyor, kapılar gecede korkudan çığlıklar atıyor. Sessizliği bu rüzgar, tüm gücüyle boğmaya çalışırken, kalemim ve ben; oturdum masamda, kelimelerin soğukluğunda, üşüyorum.
Saat 3.30. Gece soğuk, gece ayaz, bekçi düdüğünü çalmaya korkuyor, sessizliğin asaletini bozmamak için.. Bense gürültüden kurtulmaya çabalıyorum... Beynimde bin bir görüntü bin bir ses, bir bebek ağlıyor taa derinlerden, ve bir kadın kahkahalar atıyor beynimde sanki ona inat... Bir keman duyuyorum beni rahatlatacak, ve bir ney çook uzaklarda, özüme yakın kırlarda...
Saat 3.30. Çocuklar koşuyor düşlerimde, neşeli birbirinin ardı sıra koşan çocuklar... Kovalamaca oynuyorlar; mutluluğu yakalıyorlar, kovaladıkları ise yalnızlık...Bense yalnızlığı içiyorum gecede yudum yudum ve her kadehin beni sona daha da yaklaştırdığını bilerek, yine de diyerek Seyfi Baba’ya; “Baba koy şu masaya bi büyük daha!”
Saat 3.30. Çocuk korkuyor karanlıktan, öcüler korkutmuş rüyasında, sığınıyor şimdi babasının kucağına.. Babaysa itiyor, “Kocaman adam oldun” diyor “Kendin yatsana!” Kocaman(!) adam, minik kalbi yaralı, elinde; gözlerinde yağmur damlaları, küçük adımlarla gidiyor koca karanlığın içine...
Saat 3.30. Gözlerimde bulutlar birden yoğunlaşıyor, tıp tıp tıp, penceremde ince ince yağnur damlaları, göz yaşlarıma yoldaş... Yanaklarımda ırmaklar oluşmuş, aşınmış fondötenim ve yüzümde tertemiz bir pınar... Bana verilmiş tek saf hediye bu mu Tanrım? Bunun için binlerce teşekkür sana...