Bir 17 Ağustosun zifiri karanlığında sıcacık ve sakin evler, sahibini yiyen canavara dönüştü. Geriye o evlerde yaşamaya devam eden acılı insanlar, kırık umutlar, öksüzler, yetimler ve bir de ‘’deprem korkusu’’ kaldı…
Hemen ertesinde İzmit depremiyle aynı şiddette sallanan başka ülkeler bu doğa olayını birkaç cam kırığıyla atlatırken Türkiye depremin bedelini, binlerce hayatla ve bir o kadar da kayıpla ödedi..
Cam kırıklarıyla, bir insan hayatı arasında fark vardır oysa..
Aslında korktuğumuz deprem değil, canımızı emanet ettiğimiz kağıttan evlerimiz, kumdan kalelerimiz, küçük bir bebeğin yaşam hakkından önce kendi menfaatlerini düşünen müdür, memur, poltikacı, mühendis, müteahhit ve ev sahibi olan akrabalarımız, deprem ölçüm projelerini pahalı ve gereksiz bulan hayat biçimimizdir.
Depremle birlikte dünya, o çok güvendiğimiz evimiz, toprağımız ayaklarımızın altında sallandı... Ruhumuz sallandı… Hala sabit duramıyor, toprağa güvenli adımlarla basamıyoruz. Yakınlarımızın, vatandaşlarımızın çektiği acıları, toprağa gömdüğümüz değerleri unutamıyoruz..
Bir daha ‘’orada kimse var mı ‘’ haykırışlarını duymak istemiyoruz..
Sevginin hiçe sayılarak, menfaatlerin ve hırsların tüm insani değerlerin üzerine çıkartılarak inşa edilen çürük binaları hiç unutmamalı ve 7.4 şiddetindeki bir depremle, zayıf binaların değil, zaafiyetli zihniyetlerin altında kalan insanları hep anmalıyız.
Hep anmalıyız çünkü bize 45 senede öğrenemeyeceğimiz bir gerçeği 45 saniyede öğrettiler… Hayat biçimimizi ve zihniyetimiz değiştirmek için, bir daha böyle bir ders almamayı umarız..
Fügen Yılmaz
25.08.1999