Kalabalığın her türlüsü insanı yoruyor. İnsanın, eşyanın, paranın fazlası can sıkıcı olabiliyor. Sanıyorum bu durum çok kitaplar için de geçerli. Bunca kitapla yüz göz olunca insan eski okuduğu kitapları merak etmeye başlıyor. Bana öyle geliyor ki hayatın akışı içinde ilgi duyulan ne kadar konu ve mesele varsa hepsi insanın zihninde tuhaf izler bırakıyor. Böyle olunca okunan her eserden elde ettiğiniz bilgi kırıntıları yüzünden bir takım çıkarımlarda bulunmaya başlıyorsunuz
Her insanın okuma alışkanlığı farklı farklı. Bendeniz bir eseri sindire sindire okumayı severim. Geç olsun ama anlayayım, düşüneyim, kitapla konuşup dertleşeyim isterim. Kitaba bakış açım böyle olunca ilk okuduğumda dikkatimi çekmeyen ama ikinci okumada dikkatli okumama rağmen gözden kaçırdığım bir sürü ayrıntıyla karşılaşıyorum
Geçen ay eski iş arkadaşlarımdan Mine Hanım aradı. İstanbuldan taşınacağını, elinde 100e yakın kitap olduğunu, hepsini bana vermek istediğini söyledi. O gün gidemedim ama geçtiğimiz pazar Kadıköyden aldım kitapları. Kitaplar arasında iyi kitaplarda var zaman kaybı olanlarda. Ama en çok hatırat kitapları ilgimi çekti. Özellikle diplomat şair ve yazarlar hakkında bir hayli yeni kitabım oldu. Aylar önce Abdülhak Hamidin hatıratını yeniden gözden geçirirken kütüphaneme dahil ettiğim yeni kitaplarımla birlikte tekrar okumaya karar verdim. Abdülhak Hâmidin hatıratını tekrar okumaya başlayınca karşıma Karındeşen Jack çıktı.
Birçok filme, belgesele konu olan Karındeşen Jack (Jack the Ripper), çoğunuzun bildiği gibi; 1888 yılının ikinci yarısında, Londranın gecekondu semtlerinden Whitechepelde hayat kadınlarına musallat olan ve bütün cinayetlerini tasvir edilemeyecek kadar büyük bir vahşetle işleyen bir seri katil olarak bilinir. Kimliği bugün bile merak edilen Jacke bu isim, İngiliz istihbarat teşkilâtı tarafından katil olduğunu iddia eden birinin gönderdiği mektuptaki imzadan hareketle verildiği söylenir.
Peki konunun Hâmid ile ne ilgisi var?
Okuduğum bu kitapta Hâmid; Jack the Ripper isminin Londra halkı tarafından verildiğini, Yarıcı Jack anlamına geldiğini, Şikem-şikaf (Karındeşen) dememek için Ripperin tercih edildiğini söylüyor
Şimdi gelelim esas meseleye
Rahmetli Sultanımız II. Abdülhamid Han, Londradan Jack the Ripper imzasıyla bir suikast mektubu almış ve bu mektubun kim tarafından yazıldığını araştırması için o tarihte Londra Sefaretinde başkâtip olarak görev yapan Hâmide iki yüz elli liralık bir çek göndermiş. Bu paranın 200 lirası ihsan, 50 lirasını da tahkikat için olduğu bildirilmiş. Çekle birlikte gönderilen mektupta müracaat edilmesi istenen İngiliz detektifinin ismi ve adresi de bildiriliyormuş. Hâmid, Şehbender Emin Efendiyle birlikte gidip bu detektifle konuştuğu gibi kendi imkânlarıyla bazı araştırmalar da yapmış. Bu arada aynı tehdit mektuplarından Rus çarına da gönderilmiş olduğunu öğrendiklerini belirten Hâmid, Londradaki Jack the Ripper bizim çarşıdaki Sarı Çizmeli Mehmet Ağadan da beterdi. Yedi milyona karîb nüfusu olan bir şehirde böyle meşhur ve müstekreh bir nâm-ı müstearla yazılan suikast mektubunun sahib-i mesulü kimdir, nasıl tahkik olunabilir? Her taraftan bu yolda cevaplar almıştık. diyor
Hâmid, Sultan Abdülhamidin tahkikat için gönderdiği paranın çok azını harcadıklarını ve netice-i tahkikatı atebe-i şâhâneye arz ettiklerini de söylüyor.
Burada insanı en çok şaşırtan şey Sultan Abdülhamidin böylesine önemli bir meseleyi o zamanın Sefiri (elçi) olan Kostaki Musurus Paşaya değil de şiir yazmaktan ve güzel yaşamaktan başka derdi olmayan Abdülhak Hâmide bu görevi tevdi etmiş olmasıdır İnsan acaba sırf Hâmide para göndermek için mi yapıyor diye düşünmeden edemiyor doğrusu.. Zira üstad, hatıratının Karındeşen Jack meselesini anlattığı sayfalarında, Hazine-i Hassadan muhassas (tahsis edilmiş) maaşım yoktu. Sultan Hamidin vükelâsından yahut jurnalcilerinden değildim demiş olsa da, mektupları dikkatle okunduğunda başka neticelere de ulaşabiliyorsunuz.
Yukarıda sözünü ettiğim yazıda, Tanpınara dayanarak Abdülhamidin Hâmide daima şüpheyle baktığından söz etmiş olan Prof. Dr. İnci Enginün, Dergâh Yayınlarından çıkan Abdülhak Hâmidin Hatıralarını incelediğimde konuyla ilgili detaylı bir şey yazmadığını gördüm. Ancak ne var ki kendisi bu konuda şüpheleri olduğunu da ifade etmiş. Beri taraftan İnci Hocanın söz ettiği çarpıcı ayrıntı ise şöyle: Hâmid, Sultan Abdülhamidle özel olarak haberleşebilmek için bir şifre anahtarı hazırlamış! Açıkçası, Sultan Abdülhamidin Şair-i Azamla ilişkisi var; durum anlaşılmasın diye Hazine-i Hassadan ek bir maaş tahsis etmemiş, ama Karındeşen Jackı tahkik etmek gibi sudan sebeplerle para gönderip durmuş.
Hâmid, çekirdekten yetme bir hariciyeci gibi görünse de hep amatör kalmıştı; üstelik diplomat olarak ciddi bir faaliyetinden ve başarısından söz etmek de mümkün değildi. Güzel giyinmeyi, pahalı restoranlarda güzel yemekler yemeyi seviyor, çok içiyor ve çapkınlıkta ise sınır tanımıyordu. Fakat o hem Şair-i Âzamdı, hem de öyle anlaşılıyor ki, zât-ı şâhânenin has adamıydı!
Başkalarının meslek hayatını bir anda bitirebilecek kusurlar, ihmaller ve skandallar onda hoş görülüyordu. Esat Cemal Pakerin Kırk Yıllık Hariciye Hatıralarında, Hâmidin amatör memur olduğu için Musurus Paşanın kendisinden iş ve yardım beklemediğini, esasen Abdülhamidin onu Londraya iş görsün diye değil, bir bakıma mecburi istirahate gönderdiğini söylemesi de dikkat çekici oldu benim için
Evet, yeni aldığım bu kitaplarla birlikte yeni öğrendiğim bir gerçek daha var artık: Hatırat kitapları genellikle bazı gizli şeyleri açıklamak için değil, gizlemek için yazılır imiş
Şimdi gel de neye inanacağını şaşırma
Kalın sağlıcakla