yükselen burcumun ardında kum dalgaları, kenetlenmiş dişlerim
sözcüklerimin kanayan gardiyanı.
yarı gölgeli ellerim,
sırıtan ,
yalancı bir "sadece sen" imgesinin,
ihanete gebe hatıralar salıncağını itekliyor bilincime.
sahip olduğum en çürük ayakkabılarla
eziyorum içimde binbir zorlukla büyüttüğün
en egzotik çiçekleri,
en değerlisine zarar vermek
öfkemin tutuşma hızını arttırıyor ...
sonunu baştan anlatmalıyım ;
kalp vuruşlarımı telefon zillerine denk düşürüp yanıma aldım yürüyorum hızla ...
vardığım yerde ,
okşadığın bedeni
benden iri bir kadının yatağına,
uyuşturucu komasında serip dağıttıracağım...
benden kalanları kutu toplayıcıları alıp
son anda kokmuş et olduğunu anlayıp,
mezbahatörün onları bir kez becermesi karşılığında,
bir mezbahaya satacaklar...
her mezbaha ; ölü bir merhaba
ölü bir izci çocuğun yanına yatıracaklar beni ,
saçlarım çocuğun yüzünü dağlayacak
ve zenciye dönecek ufaklığın bedeni.
babası evde neden öldüğünden çok
zenciye dönüşmesine kızacak,
beyaz kalan bir parça arayacak oğlundan belki.
parçalara ayrılabilecek kısımlarım
dikkatini kesecek mezbahın,
saçlarımdan ders alacak ırkçılığa dair
ve dokunmayacak onlara.
parmak uçlarım dikkatini sarsacak,
mürekkep dolu...
onları iki dobermanın önüne atacak ,
omuz başlarımı da
karısına hediye edecek öpmesi için,
kurumuş karaciğerimi
arabasında dikiz aynasının yanına asacak...
gözlerim hala görüyor bu durumda ,
kalbim nerde ?
demek buldun onu !
belki bir çöpün içinde
ya da bir orospu çocuğunun oyun evinde ?
odana koydun son fantezin için.
kukuna sürteceksin uzun uzun ,
son pompaladığım kan ;
rahminin suyuna karışacak
ve yatağına bu ilginç mürekkepten şu satırlar düşecek;
"ikimiz bir hiçiz"