Ağla bülbülüm ağla ki tam ağlanacak iş...
Sıradan insan yaşamını ziyan ediyor.
Bunu yeni anladım.
Yani sıradan olduğumu.
Halbuki bir nebze olsa sıra dışı olduğumu zannediyordum.
Taki, o çıkana kadar.
Mikrofonu eline aldığında hemen bırakmayacağını düşünüyordum ama hayatımı altüst edeceğini tahmin bile edemezdim.
Samsun'da bir Federasyonun kuruluş yıldönümüydü.
Gazi Sosyal Tesisleri'nde kutlama gecesi düzenlendi.
Gecenin sunumunu her zaman olduğu gibi 60 yaşına yaklaşmış Bahri hoca üstlendi.
Herşey güzel gidiyordu.
Ta ki, eşine vecd ile yazdığı aşk şiirini okuyana kadar.
İlk önce eşinin İstanbul'a torunlarını görmeye gittiğini söyledi.
Torunlarını bırakıp da bir türlü geri gelmemesini anlattı.
Gönülden yaralanmıştı. Özlüyordu.
Gönlü yaralı aşıkların feryadı hoş olur diyerek sarılmıştı şiire ve salonu dolduran yüzlerce kişinin önünde doruklara çıkan özlemini yazdığı şiirle dile getirmeye başladı;
Sen gittin günlerim geçmek bilmiyor
Geceler bir yıl gibi sabah olmuyor
Hatıralar dağ gibi üzerime geliyor
Gel ey Yar vakit vuslat vaktidir
Salon büyük bir ilgi ile dinliyordu. Bahri hocam ise coşuyordu:
Sen gittin, kapımı çalan olmuyor
Şu garip halimi gören olmuyor
Yüzden gülüyorsam da içim kanıyor
Gel ey Yar vakit vuslat vaktidir
Öyle şeyler var ki, bunlar yapılır ama söylenmez. Ama Bahri hocam aşkını izhar ediyor, bülbülü haset ettiren sesi ile şiirini okuyordu:
Sen gittin libasım yuyan olmuyor
Önüme bir tas çorba koyan olmuyor
Hal ve hatırımı soran olmuyor
Gel ey Yar vakit vuslat vaktidir
Mecnunun devri geçti, şimdi nöbet Bahri hocamın. Aşk nöbetinin tekmilini alenen veriyor, salon ise yıkılıyordu.
Çakıroğlu der bu ayrılık canıma yetti
Dayanacak güç kalmadı takatim bitti
Sen giderken ekilen ürünler bitti
Gel ey Yar vakit vuslat vaktidir
Şiir bitmişti. Alkış tufan olmuş, aşk denizi dalga dalga sahile vurarak kıyıları dövüyordu.
İşte burada anladım sıradan insan yaşamını ziyan ettiğini.
Bir gün olsun böyle bir alkış alamayacak olmanın ıstırabını yaşarken, yanı başımda kolumu çekiştiren bir sesin 'Bende istiyorum" demesi ile tansiyonumun düşmesi bir oldu.
Eşim kendisine şiir yazmamı istiyordu.
Patlıcandan kadeh oymak.. Dırdırıyla sofra kurmak.. dedikleri bu olsa gerek.
İlk püskürtme harekatını o gece gerçekleştirdim. Ne demek yazarız hayatım.
Sabah oldu unutmuyor, akşam oldu unutmuyor. Günler geçiyor cıkk cık cık.
Unutacağı filan yok.
Ne yaptın Bahri hocam. Hani kemal sıfatlarını aşıp pirimugan oldun, vecd ile yandın da bu garipten ne istedin..
Ağla bülbülüm ağla ki tam ağlanacak iş...
Her neyse başladım hemen çalışmaya.
Karalıyorum, karalıyorum, olmuyor.
Beni böyle bir şairin çağdaşı yapan talihime ne diyeyim. Oysa hem beşer hafızasında, hem de hanımın nazarında kendime küçük bir yer temin edebilirdim.
Halbuki şimdi yazdığım şiirler ışıklar saçan bir güneşin yanında pır pır eden florans gibi kalıyor.
Saçlarım kışın ladik dağı gibi bembeyaz oluncaya kadar yazsam benden böylesi şiir çıkacağa benzemiyor.
Anlaşılan bu çölde kaynak yok.
Gerçi söylenebilen söz, aşk sözü olmaz ya oda ayrı bir konu...