Savaşan ruh
Allah birgün Adem'e elmayı da öğretti. Adem yasak elmayı yedi.
İtaatsizlik bağları çözdü. Adem ve Havva birlikten kurtuldu. Birey oldu. Bireyden bireyler doğdu ve insanlık var oldu.
Mesele elma değildi. Mesele itaatsizlik de değildi, çünkü af kapısı açıktı.
O halde yeğen; mesele var olarak, varlığın kaynağını bulmaktı.
Öyle de oldu.
İrade tecelli etti. İtaatsizlik azat ederken varlığı, varlığın mutlak varlığı bulması mükafat oldu.
Kendi yeteneklerine güvenmek ve tümüyle insan olmayı öğrenmek için itaatsizlik insan olmanın başlangıcıydı.
Ve zaman insanı önüne kattı. Biri bin, bini milyon yaparak toplumu oluşturdu. Bedeni milenyuma vardırırken, duyguları ise savaş meydanında bıraktı.
İnsanlardan oluşan toplum kendine koruyucu erkler oluşturdu. Erkler ise, isteklerini içleştirmiş, otoriter vicdanlar yarattı.
Otoriter vicdan ne kadar insanın içinde de olsa aslında dışarıdan bir güce aitti.
İnsan vicdanının gereğini yaptığına inanmasına rağmen gerçekte dış gücün istediği gibi yaşıyordu.
Tamamen yok olmamış, dış yaptırımlardan bağımsız insani vicdan ise kendi olmak istiyordu.
Ancak eyleme geçmek kolay değildi.
Otoriter vicdana karşı koyabilmek için cesarete sahip olmak gerekiyordu.
Mesele cesaretin ölçüsüydü. Zincirleri kıracak cesareti bulmak zordu. Cesaret yerine ikilem vardı.
İkilem ise yön arıyordu.
Bedeni cesaret göstermek ile itaat etmek arasındaki volta yorgunluğu sarıyordu. İkilem için itaat kölelik, tersi ise isyandı. Oysa ki o ne köle, ne de isyankar olmak istiyordu.
İşte burada yaşam savaşla yeniden başladı.
Kan kokan savaş meydanında yeşeren duyguların başları otoriter vicdanın bilediği kılıçlar ile kesiliyordu.
Duygular ise ölürken doğuruyordu.
Oysaki ölüm yok etmiyor, bilakis hayat veriyordu.
Savaşla gelen hayat, bir başka savaşı daha tetikliyordu.
Karşıtlar çarpışıyordu.
Savaşan ruh ise kan kokuyordu.
] ]