Aylardan Ocak, Mevsimlerden "Kara" Kış...

Gökyüzü haykıra haykıra ağlıyordu zifiri karanlığın üzerine, rüzgar aklın alabildiğince hırçın, soğuk mümkün olabildiğince keskindi.. Yakıcı bir don geçiyordu yüzleri yalayarak alenice.. Aylardan Ocak, mevsimlerden "kara" kıştı; hem gecesiyle hem de gündüzüyle.. Kendi içine ufalmış gölgeler bile pusmuştu karanlığın ardına kaçabildiğince, kaybolabildiğince.. Şehir korkmuş, şehir ürkmüş, şehir şaşkın, sus pus olmuş, bütün ışıklarını söndürmüş, bu beklenmedik öfkesinin dinmesini bekliyordu gökyüzünün..

yazı resim

Gökyüzü haykıra haykıra ağlıyordu zifiri karanlığın üzerine, rüzgar aklın alabildiğince hırçın, soğuk mümkün olabildiğince keskindi.. Yakıcı bir don geçiyordu yüzleri yalayarak alenice.. Aylardan Ocak, mevsimlerden "kara" kıştı; hem gecesiyle hem de gündüzüyle.. Kendi içine ufalmış gölgeler bile pusmuştu karanlığın ardına kaçabildiğince, kaybolabildiğince.. Şehir korkmuş, şehir ürkmüş, şehir şaşkın, sus pus olmuş, bütün ışıklarını söndürmüş, bu beklenmedik öfkesinin dinmesini bekliyordu gökyüzünün..

İşte ben en çok böyle katran karası geceleri sevdim.. Bu gecelerde yaşadım şu yoksul şu virane şu biçare ömrümün büyük bölümünü elimde mazotu kaçmış içki şişeleri, dudağımda senden sonra tek tiryakiliğim kötü gün dostu tütünden mütevellit sarma sigara ile.. Gecenin saatlerine bile ayrı ayrı envai çeşit anlamlar yükledim ben, hepsini bir ibadet gibi yaşadım ruhumda umutsuzluk diyarında titrek bir mum alevi olan kocaman umutlarla dört duvar arasında ya da karanlık sokakların köhne yollarında tek kişilik yaslarımla ve dahi kutlamalarımla..

Şimşek, sahne sırasını bekleyen oyuncular gibi yerini almıştı karanlık sahnede; kurgusuz orta oyununda korkutucu ve bir o kadar da aydınlatıcı ışıkları ile an be an geceyi gündüz yerine çeviriyordu, gizli saklı kalan bir şey olmasın istercesine şehrin üzerine üzerine.. Bu hengamede çil yavruları gibi koşuşan insanları görebilmek pekala mümkündü ulaşmak istedikleri yerlere bir an önce ulaşabilmenin çılgın telaşesi içerisinde.. Korku okunuyordu irili ufaklı bütün gözlerde, bana ise komik ve ancak o kadar anlamsız gelen bir ifade ile..

Benim ulaşmak istediğim bir yer yok mu peki? Benim varmayı düş'lediğim bir hedef? Ya herhangi bir bekleyenim şimdi herhangi bir yerde? Beklediğim düş'esiye, ölesiye? Nasıl bir hayatım vardı böyle, yaşadığım öyle arabesk bir ömür ki hep veresiye.. Neydi herkesin kaçmaya çalıştığı karanlığa beni böylesine çeken? Nedir beni karanlık gecelerin kucağına salan sefilliğimin abecesi? Neden insanlar sıyrılmaya çalışırken bu lanet birliktelikten benim gözlerimi açabildiğimce doldurmam içime içime.. Bu siyah kuytuluğun koynuna girmeyecek miyiz sanki bir gün istesek de istemesek de hep birlikte..

Yıldızlar yoktu bu gece, parıl parıl parlayan mavi atlas üzerinde.. Ay da pusmuş gitmiş uzak diyarlara pılını pırtısını toplayıp, tek bir veda sözü bile etmeden, ben gidiyorum bile demeden, kimbilir belki de bu defa kendi aydınlığını keşifle dönmemecesine.. Gitmiş, göçmen kuşlar misali.. Sahi, tek bir kuş sesi de kalmamış gecenin öfkesine.. Bir kedi yavrusu tüyleri diken diken, köşedeki araç altında ürkek tünemekte.. Gerçek olan hiç olmadığı kadar zifiri bir gece, ezber bozan vakitler, karabasana dönüşen davetler, anlamı kalmayan galibiyetler, bir yerlerde tek başına içilen meyler, sarhoşlukta takılmış gönüller ve gözlerden süzülen özlemler..

Bu gecenin sahibi yok nazarımda, bu gecenin hiçbir şahidi olmadığı gibi gölgemden başkaca.. Kimsesizliğin dibine vurmuşken ruhun bütün zerreleri, en büyük kazanç sayarım tek tek yaşadığım tüm mağlubiyetleri.. Yıllar geçip giderken koşasıra yanık tütün kokan avuçlarımdan, günleri çalıp duruyorum farkettirmeden meçhul yarınlardan.. Karışıyorum işte yağmura, soğuğa, rüzgara ve alacakaranlığa bütün varlığımla ki varlığım kaybolsun diye artık sonsuzlukta!

Başa Dön