Gelincik tarlasında süzülen kırmızılığa inat arsız ayrık otu yetişti; bahçıvanın her temizlediğinde yeniden yeşermesini emrederek üstelik. Arsız ya! Öğrenmeli idi koparıldığı topraktan yeniden filizlenmeyi… Umudunu yitirmeden yapmalı idi üstelik bunu! Umut etmenin güzelliği de bu idi zaten. Çok zaman imkânsıza inanmak! Ayrık otunun saygıyı hak ettiğini düşünmesi gibi…
Öğrenmişti işini ayrık otu. Arsızdı, inatçıydı, hırslıydı ama gelinciklere zarar vermeden yaşayıp gidiyordu… Ansızın bahçıvan bıraktı bahçeyi sahipsiz! Değişmeyen düzene yabancı ellerin dokunmasına kızarak öldürdü gelincikleri ayrık otu! Sahibi vardı onların! Belki hiç gelmeyecek; ama hep bilecek…
Gel zaman git zaman sadece yağmurun suladığı, görenlerin çöplerini boşalttığı alan oldu gelincik tarlası… Birden çapa sesiyle irkildi ayrık otu. Sevindi akıbetini bilebile… Toprak eşelenecek ve bahçe olacaktı yine gelincik tarlası. Bahçıvan anlatıyordu ayrık otunu temizlerken nasıl bir felaketler zinciri olduğunu… Duymadı, işitmedi, işi o idi; arsızlığı öğrenmişti bir kere! Tek derdi toprağının havalanması idi; nasılsa yeşerecekti yine…
Bahçıvanın bilmediği; vücudundaki iltihabı ayrık otu sayesinde atabildiği!
Dediği sadece “Ayrık otu işte! Arsız!”…