Soft arka ayaklarının üzerine oturmuş beni avıymışım gibi gözlerini kısmış izliyor, bir yandan da kuyruğunu sertçe kaldırıp yere vuruyordu. Sevşan gideli neredeyse bir hafta oluyordu ama Soft bana yaklaşma konusunda ihtiyatlı olmayı tercih ediyordu. Yaralarım kısmen iyileşmiş, yer yer kabuk bağlayan -çoğu yerim- yerlerimin bandajlarını açmıştım. Yalnızca suyun ilk temas ettiği noktalarda, omuzlarımda sıkıntı vardı. Soft canımın acıyacağı yerleri öğrenmiş, mümkün olduğunca o noktalara saldırıyordu.
“Yine saldıracak mısın kızım?”
İstifini hiç bozmadan oturuyor. Kalkıyorum. Onu yerden kucağıma alıyorum. Başını koltuğuma sokup gövdesini sevmeme izin veriyor. Bunu yaparken arka ayaklarını yürümeye çalışıyormuş gibi hareket ettiriyor. Ona dokunurken her seferinde bunu yapmasından nefret ediyorum. Kendimi sürekli tecavüz ediyormuş gibi hissediyorum. O da cüssemden korkuyor ve duruma, ben vazgeçene kadar rızasız razı oluyordu. Onu yere bıraktığım anda temas ettiğim her noktasını diliyle haşin bir titizlikle temizliyordu. Kese atılmasına seve seve razı olabileceğini düşünüyordum.
O halının üzerinde yatarken ona Bukowski'den şiir okudum. Seveceğini düşündüm, sayfayı çevirdiğim parmağımın üzerine atlayıp ısırdı. İşaret parmağım şişti ve dişinin parmağımdaki izleri bir süre sonra iltihaplandı. Onu ensesinden tutup balkondan aşağı salladım. Ayaklarını ve kuyruğunu altına doğru topladığını gördüğüm anda gözyaşlarımı tutamadım. İçeri girdim, parmaklarımın arasında ensesinden çaresizce sallanıyordu. Ona sıkıca sarılıp hıçkırarak ağladım. Neye ağladığımı bilmiyordum, Soft'un ellerimdeki çaresizliğine ya da Muazzez'in gidişine... bunu anlamak benim için hiç de kolay değildi. Soft, onu atmayı aklımdan geçirdiğim anda ensesinden tuttuğum için beni annesi sanacak kadar anne özlemi doluydu. Bense onu sıkıştırdıkça ve o kaçmaya çalıştıkça Muazzez'i hatırlıyordum. Televizyondaki evlilik programlarında, duyguların tercümesi altın rengi bir zemin üstünde izleyicilere verilirdi. Eğer hayatım eğer bir programdan ibaretse, ekranın önünde muhtemelen “Karmaşık Duygular” yazıyor olmalıydı. Bir an gözümün önüne gelen bu pencere karşısında kahkahalara boğuldum ve Soft kucağımdan kaçtı. Bir yandan gülüyor bir yandan da “karmakarışık duygular yazın oraya” diye bağırarak ağlıyordum. Zırlamayı kesmem gerektiğine karar verdim. Omurgamı dikleştirdim. Karın bölgem gerilince acıdı. Mutfağa gidip bir bira aldım.
“Soft, hadi çık kızım, sana Orhan Veli okuyacağım.” dedim sevecen bir tonla.
Miyavladı. Sesi kırgın geliyordu. Soft'u anlayabilmek için dişimi kırabilirdim. Dişimi herhangi biri de tek yumrukta kırabilirdi. Sonuçta bir gün benden yemek istediğini anladım ve dişimi kırmadım. Kendimi kaypak hissetmeme rağmen onu hiç değilse bir konuda anlayabildiğime sevindim.
Soft'a karşı içimde sevimli bir his vardı. Gece gelip ayağımın dibine atlayıp kıvrılması hoşuma gidiyordu. Birkaç kez yanıma alıp yatmayı düşünsem de buna cesaret edemedim. Sabahları benden sonra kalkıyor oluşu çok saçma geliyordu. Ona, kalk hadi bana kahvaltı hazırla diye bağırıyordum. Korkup koridora kaçıyor ne yapacağını bilmez şekilde bana bakıyor, yataktan kalkıp mutfağa yöneldiğimde miyavlıyordu. Ona haşlanmış kabuklu yumurta veriyordum kahvaltıda. Ara sıra kahve isteyip istemediğini sorduğum da oluyordu. Akıllı kedi. Hiçbir zaman kahve içer misin diye sorduğumda miyavlamadı. Eğer miyavlarsa yumurtasının üzerine sıcak şekersiz kahve dökeceğimi biliyor olmalıydı.
Yarımlığıma iyi gelmişti. Ya olmayan yarıma pansumandı ya da beni tamamlıyordu. Onu sevmek istiyordum fakat Tonya’nın ani gidişi sonrasında yaşadığım travmayı da unutamıyordum. Üstelik Soft benim bir terkedilmişliğimin üzerine hayatıma giriyordu. Düşündüm. Çekeceğim acıyı hesapladım. Ne kadar acı çekersem çekeyim ve ne kadar tırmalanırsam tırmalanayım Soft artık hayatımdaydı. Sokak kapısı aralığından gözümün içine baka baka kaçana dek.