Beş kere öleceğiz
Bir : (Özgürlüğe veda)
Üniversite yıllarının bitmesiyle iş hayatı başladı . İlk olarak “Bu sabah erken kalkmasam da olur” seçeneğimi toprağa verdim . Zorunda olmamaklarımı törenle uğurladım son yolculuklarına . Plansız ve sevmekten başka bir şey istemeyen aşklarımı gömdüm . “Sevgilim olur musun ?” sözünü korkusuzca söylemelerim de aynı kabirde uzanmış yatıyor . Ne kıyameti var artık ne de mahşeri onların . Bir daha dirilmeksizin kayboldular zamanın içinde ama sorgu sual her gün baştan yapılıyor . Günahları sevaplarından fazla gençliğimin . Onun için pişmanlıklar cehenneminde yanıyor aklıma geldikçe . Aşkımı hiç duymamış sevgililerin hayali başında birer zebani .
İki : (Aşka veda)
Evlendim . Her gördüğüm çehreye aşık olmalarım tabutunun içinde kefensiz , yalın . “Tanışabilir miyiz ?” demelerimin mezar taşında “Kayıtsız şartsız sadakat” yazıyor ; bir de “Ruhuna Fatiha” . Bu kadın da kim ? Cenaze levazımatçısı mı , mezarlık bekçisi mi ? “Eşin o senin” dedi ukalanın biri . Uyandırdı beni tatlı rüyalarımdan . Biliyorum sersem . Sevdim de evlendim ama cicili bicili aşk paketinin içinden ne de tuhaf bir hediye çıktı . Tekrar paketlemeye çalıştığımda pul kadar ambalajın içine sığmıyor koskoca kadın . Oysa o paketten çıkmamış mıydı ?
Üç : (Benliğe veda)
Çocuğum oldu . Yetişkin insan olmaktan kaçışımdı arada bir esen deliliklerim ; şimdi biraz daha akıllıca oldular . Sinemalar , barlar , konser salonları , üçüncü sınıf moteller virane artık . Kaçamak tatiller , salaş kıyı lokantalarındaki rakı balık muhabbetleri , kahvaltı zamanını sabah sevişmeleri ile değerlendirmeler , bu akşam iş çıkışı eve gitmeyelimler toplu mezarlarında balık istifi yatan katliam kurbanları . O ağladığı için gün doğumuna karşı ayaktayız . Sarhoş değil , uykusuz . Görmek ne mümkün ? Günün doğduğunu kuşlardan duyuyoruz . Bir de Tanrı’nın nimeti o büyük sevgisi olmasa yavrumun ; katlanılır mıydı üçüncü ölümün acısına ?
Dört : (Bedene ilk veda)
Yaşlandım . 50 yaş bir zindan karanlığıyla çöktü üzerime . Eğer bu olmasaydı ilk iki ölümü geri döndürebilirdim . “Yürünür mü o kadar yol ? Bir otobüse falan binelim” . “Çilekler de bozuldu . Hiçbirinin eski tadı yok artık” . “Ağaçlar neden eskisi kadar yeşil değil ?” . “Bana amca demesinler diye herkese adımı mı öğretsem acaba ?” . “Sabah öğle akşam , aç karına . Pembe olanlardan . Hayat yine de güzel . Yoksa hala bu balkon demirini aşabilecek kadar mecalim var” .
Beş : (Bedene son veda)
İşte bu kadar . Dört ölümü bir paketin içine , paketi de musalla taşına koydum . Nasıl da kabulleniliyor ölüm . Belki kaçınılmaz olduğu için ama bence ilk dördü yüzünden . Dört ölüm olmasa bu kadar kolay vazgeçilir miydi hayattan ? Yavaş yavaş , alıştıra alıştıra ölüyoruz . İlk dördünde nasıl ağlamadıysanız şimdi de ağlamayın . Hele şimdi hiç ağlamayın . Çünkü en güzelini yaşıyor bünye . Çünkü beden yok artık . Sıcaktan bunalmak , soğukta üşümek , bel ağrısı , sırt kaşınması , gürültü , pis koku , susuzluk , açlık , bitkinlik , mide bulantısı , nefes darlığı , kulak çınlaması , kötü söz , tıraş olmak , dişçiye gitmek , ağır yük taşımak , beslenmek , yemek yapmak , çamaşır yıkamak , para kazanmak zorunda olmak ve yaşamak zorunda olmak . Hepsi gereksiz birer ayrıntı olarak bedenle birlikte bırakılıyor ıslak ve küf kokulu toprağın altında . En önemlisi beyinle birlikte hafızanın da fosfora ve azota dönüşüyor olması . Ölmekle elde edilen en büyük kâr budur herhalde . Anne , baba , eş , kardeş , evlat , nefret , sevgi , gurur , öfke , aşklar ve hatıralar . İnsana zoraki mutluluklar ve kaçınılmaz acılar veren tüm anılar .
Unut gitsin …
Herkes anlamalı ki hayat , aile fertlerimizle aynı sofrada dibi çatlak kaselerden çorba içmek gibi bir şey . Sofra kalabalık ama kaşık bir tane . Kaşığı ele geçirebildik mi ne ala … Sıcak ve leziz çorbayı indiriyoruz midemize . Ya kaşığı kaptırınca ? Kasenin dibindeki çatlaktan hayatımızın akıp gittiğini seyrediyoruz ve ölüme yaklaşıyoruz hayata aç bir şekilde . Ölüme yaklaşmak bir kenarda dursun . Ölüm çok kesin bir son . Ya hayatın çok kıymetli dilimlerinin kaybedilmesine ne demeli ? 35 Yaşına geldiğinde ölmemiş bile olsan öncesini doyasıya yaşamadıktan sonra kaşığı eline alıp çorbanın kalan kısmını içmen neye yarar ? Soğumuş , kaymaklanmış , tadı tuzu kalmamış bir 35 yaş sonrası karın doyurmaktan çok mide bulandırıyor ne yazık ki .
Bilinçli bir esarete giriyoruz kişisel inisiyatifimizin kaşığını anne , baba , eş ve en çok da çocuğumuza teslim ederek . Hayat çorbası çatlaktan sızıyor ; soğuyor . Üzerinde bağlayan kaymak gibi kırışıyor tenimiz ve titriyor ellerimiz . Sonra biz dört ölümü fark etmeden ve hatta bazısını çoğu zaman isteyerek yaşarken birileri beşinciye ağlıyor bizim yerimize . Söylesenize neden ağlamadınız ilk dördüne .