ne sitemim var sana ne de isyanım
sesimi sensizliğin arafına sardım,
içi boş mana denizlerime
koparıp inciklerimden, adını kattım…
bilmediler gözlerimin değdiği mahremi
zehri bakışına asırlarca meftun daldım,
geçip gittim ömrümün en mümbit sevmelerinden,
ve kabul ettim silinmeyi, bir faninin zihninden…
karşımda durur sırrına vurulduğum sorgular
içli bir ah ile heder ederim kendimi
eteğimde telaşın nefesiyle koşarım bendime
kalu bela çizgisinden sonraya kalır tüm yortular…
ve sırtıma yük diye vurduğum çocukluğum
ah ne çok yoktum, yoktum da ne çoktum,
çektim perdelerini ve örttüm
isyanın renklerini
incecik bir çizgide öylece kalakaldım
kirpiğimde örülmüş ibrişimden gözyaşım,
kadere ilmek olmuş incecik sızıları
aparıp yüreğimden avuçladım,
kadim asırlar kadar eski ve izbe
kavradığım sanrılarım var sen diye
bir ezber var ruhumun derin köşelerinde
hiçbir harfini tanımam ve de kelimeleri
dudağımda duruşları hep iğreti
cümleler asi kokuşlu, sen bereketli,
beti benzi atmış heyulalar menfezinde
şaraba çevirdim keskin derdimi
acılara zehir ettim dilimi
ve sonralarımı yitirdiğim şu günde
kim takar sancılar yumağına iplik olmuş aklımı
secdeye düşen yaprak gibi ahımı…
içimden deşerek çıkardım zuhuru,
kıskıvrak yakalanıp ayaklanan satırlar
ağlayarak izler gözlerimin tortusunu
körpe bir seyir sonrası kadar şaşkınlık dolu,
sana koşan sorular tüm cevapları yuttu,
yana yakıla aradığım boşluğumu
çaldım yüreğinden ve de devşirdim sesinden
bir hatıra bıraktım kenarına ömrümün
bir atışlık kalbin son duruşu,
duyma sen kederlenme asi damarım
bir beyaz pervanedir ateşlere doğduğum
yürüdüğüm yolları haramiler keser,
senden çaldığım, gözlerime yürüyen bu mavi sefer,
doyamadım ve doyduramadım göğsümdeki ateşi
mimledim dudağımın dehlizine bizi… ‘sustum’…
biliyorum,
kaçtığım, kendimden sonrasıdır
ve ilk kez hatırladığım sen yanımdır…
07.10.2011
İstanbul-Güneşli