Cadde'de Eğlence

Biraz öteden acayip bir gümbürtü başladı, davullar trampetler, haykırışlar. Bu zavallı üç kızın çaldığı gürültüde kaynıyor. Gürültüye gittim. İstanbul Percussion bilmem ne grubuymuş. Of, ne iştahla çalıyorlar görmeliydiniz.

yazı resim

Cadde dediğim, Bağdat Caddesi. Dün günlerden neydi? Perşembe. Neydi peki o kalabalık caddede, sanki pazarmış gibi? Yolda yürümekte güçlük çektim. İnsanlar kendilerini dışarı atmış, iğne atsan yere düşmez bir durum. Boyner ve Marks & Spencer merkez olmak üzere Mado’dan Divan Pastanesine kadar her yer tıklım tıklım. İnsanlar yiyor, içiyor,, her yerden bangır bangır müzik sesi geliyor, sanki tatil köyleri İstanbul’a taşınmış. Yolda insan kalabalığı yetmiyormuş gibi adım başı standlar var, broşürler dağıtıyorlar, bedava ikramlar yapıyorlar. Millet bazılarının önünde kuyruğa girmiş. Dev birkaç ekranda bir şeyler gösteriliyor, biri Nişantaşı’ndan naklen canlı yayın yapıyor. Ha, bu arada trafik de kilitlenmiş durumda, onu söylemeyi unuttum.
Hiç yapmadığım bir şey, dondurma almaya karar verdim. Yolda yürünmüyor. Belki dondurmayı görünce benden biraz korkarlar. Kalabalığa sahil yönünden karışmıştım. Her zaman yaptığım gibi caddeden dönüp evime gidecektim. Yolda bir dondurmacı vardı ama herhalde atladım. Mithat’ın önünde iç tane kız müzisyen, biri flüt, biri arp, biri keman çalıyor, klasik ve popüler müzik. Bunlar Pazar günü olmaz mıydı? Bugünün özel bir önemi mi var nedir? Divan’ın önünden geri döndüm, ta Boyner’e kadar, dondurmacı arıyorum. Neyse buldum, bir külah aldım. Yine Caddebostan’a yöneldim, kalabalığın içinden geçiyorum yine. Mithat’ın önüne geldim. Kızlar müziğe devam ediyor. Merak ettim flüt çalan kız flütü nasıl tutuyor diye. Yakından bakmak imkansız. Yandan yokuş aşağı yapının garajına gidiyor. Oradan biraz yaklaştım. Bir fark edebildiğim sol bileğini hiç bükmediği oldu. Ha, bunu öğrenmek iyi, o zaman ağızlığı biraz ileri kırmalıyım, çünkü benim bileğim hep bükülüyor. Ama uzun süre bakamadım arp çalan kızın bacakları önüme geliyor, şimdi yanlış anlayacaklar. Çıktım, biraz dinledim ama biraz öteden acayip bir gümbürtü başladı, davullar trampetler, haykırışlar. Bu zavallı üç kızın çaldığı gürültüde kaynıyor. Gürültüye gittim. İstanbul Percussion bilmem ne grubuymuş. Of, ne iştahla çalıyorlar görmeliydiniz. Yanlarından ayrılırken kafamda bir zonklama kaldı sadece ama ritm fena değildi.
Caddeye sahil yolundan gelmiştim, biraz kafa dinlemek amacıyla gitmiştim oraya ama ne mümkün. Darbuka tutabilen çok çeşitli yaşlarda Roman kardeşlerimiz bizi yalnız bırakmıyordu orada. Halbuki orası trafiğim, kavga gürültünün olmadığı, sessiz, sakin bir yer olmalıydı. Ben şimdiye kadar o kadar bira içen adamın arasında bir kez olsun kavga çıktığını görmedim. Bir ara bisikletli polisler çıkmıştı ama kısa sürdü. Yapacak işleri yoktu. Trafik yok, kavga yok, yasak yok, sataşma yok, taciz yok, küfür yok, e ne yapacak polis? İnsanlar köşelere çekilir, birasını içer, biri gitar ya da ut çalar çevresindekiler söylerler. Denize karşı oturur düşüncelere dalarsın. Belki biraz yatar, bulutları, yıldızları izlersin.
Dondurmam bitti. Gitmem gerekti. Ayaklarım beni uzun süre taşımıyor artık. Daha yürüyecek uzun bir yolum vardı. Ama bu akşam yine oradayım.
Aaa… anladım, caddenin hafta içi neden bu kadar kalabalık olduğunu. Pazartesi okullar açılıyor. Tatilciler geri döndüler ve eve girmek istemiyorlar.

Yorumlar

Başa Dön