“Aşağı da yolcu kalmasın!” diye başlar tüm yolculuklar. Hantal gövdesini geri geri götüren otobüsün camlarına kilitlenir gözler…
Tıpkı şimdi benim yaptığım gibi… Son bir bakış hangi isyanı dillendirir bilemeden öylece baktım sana, yoktun… Belki üşümüştün, belki yorgun, ya da bilmiyordun ki gitmenin ne demek olduğunu, kalamadın son bir bakışa… Aslında kalmamalıydın zaten, bu uzun yollar ağır gelirdi çıkmaz sokaklarına, kaldıramazdı hoş kokulu çiçeklerin ziftin acınası karalığını. Çünkü sen dikili çiçeklerin esiri, ne bilirsin ki ezilen toprakta bir çiçeği yeşertmeyi… Sen çıkmaz yolların adamı, anlar mısın duvarları yıkmayı, bilir misin şehirleri aşmayı, yürümeyi yalın ayak ya da öylesine en sivri çakılların üzerine uzanmayı… Sen kabartılmış yastıkların zavallı esiri, hayat diye şikâyet ettiğin şeyi tanımayı becerebildin mi?
Sana hayatı anlatamam belki; ama yolları bilirim… Hızımı alamadığım dönemeçlerin izleri hala durur seyir defterimde. Karın en güzel halinin nasıl buzdan bir ölüme denk düştüğünü görmüşlüğüm var, ki ölüme en tatlı meydan okumuşluğumdur bir uçurum kenarına kırdığım direksiyonlar…
Sen, yolcu koltuğundan yollara ahkâm kesen, karış karış bildiğini sandığın her yolun tercih edilmeye değer bir sapağı vardır, bambaşka yollara çıkaran… Kimi zaman yoldan sapmak gerekir yani, belki yanlış belki dosdoğru; ama her noktasını bilmek gerekir toprağın…
Ben kimim de sana bunları anlatıyorum değil mi? Ben, en doğru yoldan sana dönen işte, şaşkınlığımın bilgisizlikten kaynaklandığını düşünme sakın, ben bile bile yasak u dönüşlerinin tutkunuyum. Her dönüşte başka bir yol keşfetmenin hazzını eş tutarım özgürce uçabilmenin hayaline!
Ben cam kenarı yolculukların müdavimi, beni yola yansıtan her sokak lambasının altında bir kendimden bir aşktan geçen… Şimdi senden geriye dönerken, bu yolları armağan ediyorum sana, kıymetini bil yolculukların…
]