Ne çabuk geçiyor zaman, içinde varlık ya da yokluk, ne fark eder, geçip gidiyor işte… Zaman gibisin şimdi, nabzımda hissettiğim bir saat, , atıp duruyorsun kendinden beni.
Sen hep ilerleyen bir yelkovansın şimdi, ilerledikçe, seni düşünenlerden çalıyorsun durmadan. Hastalıkmış, sağlıkmış ne fark eder senin için… Sökülüp atıldığın duvarlarda seni yaşatmaya devam eden, zihinlere kazınmış uğuldayan sesin sadece… Ardından duvarın kirine takılıyor ya gözler, telafisiz bir beyaz boşluk bırakıyorsun ya, ne kadar kirlendiğin geliyor aklıma. Sen uğuldayan bir sessin, ardında bıraktığın beyazlık, kaç saati vurduğunu gösteriyor sadece…
Kaç duvara yerleştin, kaç insanın ömründen çaldın, kaç zihinde dolanıyor uğultun… Belki de dokunulamayacak kadar kirlisin artık.
Sen küçük adımlarınla kocaman ilerleyen bir akrepsin şimdi. Söylediğin her şeyin uçup gittiği bir kısır döngüde, kendini arıyorsun belki de… Birkaç günü geçiyorsun önce, sonra ayları sürüklüyorsun peşinden ve yıllar vaat ediyorsun, başa döneceğini bile bile…
Sen insanoğlunun laneti, ne özlüyorsun, ne de anlıyorsun özleyenin halinden. Durup dinlendiğin her durak hep seni bekliyor, geçtiğin yollar bir işaretinle çıkmaz, gidişinle anlamsız kalıyor ya, korkuyorum senden. Korktukça bağlanıyorum yalanlarına.
Öyle bir dönüyorsun ki başımda, sanki benimle yaşıyorsun aslında.
Çabuk geçen zamanın içinde, bir saate benziyorsun sen. Tüketiyorsun sana bakan gözlerdeki feri, saçlarımın rengini çalıyorsun, yavuz hırsız misali, duvardaki boşluğun temiz, terk ettiklerin kirli…