efkar sigaralarının dumanından
parça parça gri bulutların
arasına serpilmiş yıldızlarıyla
serin bir gecede
uzun kızıl saçlı
masmavi simsek gözlü
ve yüzü olmayan
bir kadın görüyorum
bugüne kadar sevilen ama
hiç ulaşılamayanları temsilen
koca bir vadiyi yarıp gidiyor kadın
arkasında doru atlar koşuyor
tok bir gürültüyle toz duman içinde
bugüne kadar seven ama
hiç ulaşamayanları temsilen.
bir tren istasyonundayım simdi
neyi beklediğimi bilmeden
uzun kızıl bir tren geliyor uzaktan
gurultusu bile ürpertiyor içimi
ve daha önce tanıyıp seviştiğim
kadınlar sarkıyor pencerelerinden
gülümsüyor hepsi adimi çağırıyor
ama hep uzaktan
tam o sırada hatırlıyorum-
bu trene biletim olmadığını.
zira yataklı bir vagonda olmalı
benim eski aşklarımla seyahatim
tren istasyona gelirken ben
gişelere gidiyorum
terk edilme öncesi bir telaşla
ama yetişemiyorum
makinisti uzun kızıl saçlı
masmavi simsek gözlü
ama yüzü olmayan
bir kadın olan
trene..
arkadan bakıp kalıyorum
en arka vagonun
en arka pencerelerinden
bana el sallayan
seni seviyorum diyebildiğim
iki bilemedin üç kadına
büyük beyaz bir gemi yanaşıyor sonra
gönlümün karaköy limanına
kadınlar iniyor içinden
daha önce tanıyıp seviştiğim
ama öyle bir geceki o gece
ve ben öyle bir karşı kıyısındayım ki halicin
bir turlu o ruhsuz köprüyü geçip
ulaşamıyorum
deniz kabarıyor
hafif soğuk bir yağmur başlıyor
uzun kızıl saçlı
masmavi simsek gözlü
geminin kaptanı
çağırıyor yolcuları geriye
hava muhalefeti nedeniyle
demir alıyor koca beyaz bir gemi
gönlümün karaköy limanından
ve ben yine yetişemiyorum
ama gönlümün halicinin
obur yakasından görüyorum
belli belirsiz
koca beyaz geminin
arka güvertesinde
bana el sallayan
seni seviyorum diyebildiğim
iki bilemedin üç kadını