Sirenlikten inme mavi bir çarşafla birlikte gelir narkozun
Bakmayacaklarını bilir bilmez döker ceplerindeki yangını
Şehir, bu şehir bize ve sana özellikle hastadır
Üstüne yüklendiği belki yedi kat göğün kilosunu
Ölçelim diye bekler durur
Rıhtımın en uç ve tehlikeli kısmında sallanır, flamingoları seyre dalar
Alışık olmadığınız tebessümü ve hayvanları vardır bu şehrin
Üst cebimizden, çaldığımız çiçeğini yakalar, yüzümüze iyice bakar
Yakınlığı saç tellerimizden ince ve daha yakındır bu şehrin
Sen bu şehrin damarına iyice bastırınca güzelliğini
Şekilsiz kaldırım taşları arasından çiçekler patlar
An gelir ve kurtulur gökte uçmak için kuşları
Bu şehir tekdüze ve oldukça esrarengizdir
Seni görmek ve öpmek için geceleri tokatlar
Canı üç kuruşa satılamayan ama hala vitrinde duran
Kız çocuğunun kirli ve kırmızı saç tokası
Hala aynı caddede aynı vitrindedir.
Şehrimin acılarını ezberlemek ve gezmek için sıkıntımdan
Geceleri açıp okuduğum sıska şiir; iç cebim ve ayaklarım senindir.
Bulutların olmadığı bir günün akşamını özleyen ve avcunda saklayan
Senin, sana benzeyen, seni saklayan; baygın şehrindir.
Uludukça anlamların, yazıların, duyguların karışıklığı
Alnı kırışa kırışa aklı karışmış işçinin sigarası söze girer
Bir akşam biter gece olur kurdeşenlerine
Sevgim ikimizin ve acının olduğu her yerde filizlenir
Aklıma yaprak yaprak, eksik sonbahar düşer
Sabaha kalmaz yaşamam, ve yaşamam kışa döner
Çünkü aşkımın ve çaresizlerin odunu biter kışa dönersen
Ah sonbahar, kışa dönmesen
Son bahar, hiç bitmesen
Aşkımı kendi ellerimle asıp, şiir yazmanın üzerine bırakacağım.