Her meslekte kıskançlık vardır.
Türkücü türkücüyü, futbolcu futbolcuyu, minibüsçü minibüsçüyü kıskanır.
Ama, spor yazarı spor yazarını daha fena kıskanır.
Ekmeğini, mesleğini, popülaritesini, pozisyonunu kıskanır.
Gazetecilik tarihi, şiddetli meslektaş kavgalarıyla doludur.
xxx
Günümüzün kavgalı spor yazarları vardır.
Bunlardan, birbirlerini bir kaşık suda boğmak isteyen ikisi, sportif görüş farklılıklarını sütunlarına dökerken, sürekli hakaret ederler.
Bununla yetinmez, dost sohbetlerinde, cemiyet içinde birbirlerinin önünü kesmek için çabalarlar.
xxx
Geçtiğimiz günlerde, bu iki “düşman” spor yazarından birinin babası ölmüştü.
Spor yazarı, Nuruosmaniye Camii’ndeki cenaze namazı öncesinde, babasının tabutunun yanında, onun son sözlerine dalıp gitti:
“- Ah evlat, bir yudumluk daha hayatım olsaydı, bütün insanları mutlu etmek isterdim, bir kişiye, bir tek kişiye daha onu sevdiğimi söylemek isterdim, çocukların yüzünü güldürmek isterdim, gözyaşlarımla bütün gülleri sulamak isterdim.”
Spor yazarı, hatıralardan çıkıp cami avlusuna döndüğünde, babasının yanında bir tabut daha gördü.
Yaşlı gözlerle, taziyelere karşılık verirken, uzak bir köşede “düşmanı” olan diğer spor yazarını fark etti.
“Kadere bak!” diye düşündü; “Aynı gün ve aynı yerde onun da cenazesi var!”
Babasının sözlerini hatırlamak kalbini yumuşatmıştı.
“Erkeklik bende kalsın” diye düşündü, gitti, o spor yazarına yaklaştı:
- Başın sağolsun, dedi.
Diğer yazar şaşırdı:
- Yoo, benim cenazem yok, senin için gelmiştim, başın sağolsun, dedi.
Kucaklaştılar.