Dolunayın ışığı vurmuşken karanlık yüzüne, kararmış ruhuna da bir ışık huzmesi insin istedi.
Aydınlanmadıkça kararıyordu, acıyordu ruhu bu karanlıkta artık, sıkışıyordu git gide en derinlerde.
Yalnız başına oturduğu bu ıssız sahilde, yalnızca yakamoz ve ay ışığıyla aydınlanabilmiş küçük bir parçası bir nebze gülümsetebilmişti onu aniden, yadırgamıştı çünkü karanlıkla aydınlığın bu tezat ahengini..
Oysa gece kadar karanlıkta kalmıştı, deniz kadar kapkaraydı dünyası şimdilerde.
Ama gördü ki ;
En karanlık anlarda bile incecik bir ışık, hatta uzaktan varlığının habercisi olan yansıması bile insanı gülümsetebiliyor..
Ve o an bunu fark ettiği için, karanlıkta unutulmuş umudun kapılarının yavaş yavaş açılışını hissetti en uzak kuytularında.
Ve fark etti, en zifiri karanlıklarda bile insanın içinde bir umut, ışıltısıyla öylece durup bulunmayı bekliyor...
Ve hatırladı o anda bu cümleleri: “Çünkü aslında hepimiz koskoca tezatlıklar dünyasında, onların göremediğimiz bu ahenginden oluşan düzende kaybolup gidiyoruz ve içimizdeki umut kırıntılarını unutuyoruz.. ve bu yüzden harcanıyoruz... Kararan binlerce ruhdan biri olmaya inat, umudumuzu bulma ve yaşatma zamanı şimdi..”
Gülümseyerek kalktı yerinden, karanlığına sırtını dönerek aydınlığını bulmaya attığı ilk adımın keyfini çıkardı zevkle...