“6 dakika 42 saniye sürdü gitmiş olduğunu anlamak… kabullenmek içinse çok erken… varşova’da bir meyhane bulmalıyım bunun için…” gece…
Farketmemişim, sen giderken etobur bir kurtçuk girmiş kulağımdan… beynimin en yumuşak loblarından küçük parçalar koparıyor, hissediyorum… emanetin olduğunu düşündükçe sevmeye bile başladım onu…
Sonbaharın tahriklerine kapıldım… sobayı söndürüp odanın ortasında çırılçıplak kalıncaya dek üzerimdekileri çıkarıyorum bir bir… saçlarını ve vücudundaki tüm kılları tıraş etmiş, ağaçlara öykünen bir adam olup çıktım sonunda… kışa hazırım işte… kalın gövdeli, iki dallı, bir budaklı, evrende tek türdeşi olmayan bir ağaç..
“Garadro” adında bir ağacın öyküsü bu… Diğer ağaçların öykülerinden hiç de farklı olmayan kısa, yalın ve basit bir öykü… Onun da dallarına bir kuş konmuş vaktiyle… rengarenk kuş bir daldan öteki zıplar, Garadro’nun pek hoşuna giden ezgiler söylermiş gün boyu… gece olunca dallarının en korunaklı yerinde uyuturmuş onu Garadro… hiç bitmemesini dilediği günler boyunca kah çiçek açıp kah en tatlı meyvelerini sunmuş kuşa…
Derken sonbahar gelmiş… gökyüzünde sürü sürü giden kuşlar, güneye esen rüzgar, gelip geçen bulutlar… herşey hareket halinde, bir yolculuk çağrısıyla yüklü doğa… ilkin kuş uymuş bu çağrıya… ansızın açıp kanatlarını rüzgara katılmış…
Garadro önce anlayamamış, kuşun güneye, çok uzaklara gittiğini… 6 dakika 42 saniye sürmüş bu… sonra olanca gücüyle atılmış kuşun peşine… ama kökleri izin vermemiş… Ayakları böyle sımsıkı toprağa gömülüyken Garadro yine de çırpınmış bedenini terketmek pahasına… üzerinde ne varsa sıyrılmış ama gidememiş kuşun peşinden… öylece çırılçıplak kalakalmış ovanın ortasında…
“Garadro” adında bir ağacın öyküsü bu… Diğer ağaçların öykülerinden hiç de farklı olmayan kısa, yalın ve basit bir öykü…
Anlattı, dinledim… “Üzülme” dedim; “bahar gelir nasılsa”…