Bir önceki yazımda insanımızın kendilerini tanımadıklarını, eksik taraflarını görmediklerini ve bu yüzden olgunlaşamadıklarını anlatmaya çalıştım. Ancak bazı arkadaşlar anlatmak istediğim şeyi yanlış anlamışlar. Ben kimseye; kendini sev, kendinden memnun ol, kendine güven ve kafana takma, hayatını yaşa demedim.
Bir kere insanın kendine saygısı varsa bu yaptığımız işe, söylediğimiz söze, aklımızın kibarlığına, gönlümüzün genişliğine ve vicdanımızın bizleri rahatsız etmemesine etki edecektir. Çoğu kişinin söylediği; kendinle barışık olmak, kendini sevmek, kendinden memnun olmak, kendine güvenmek gibi düşüncelerin bir ölçüsü varsa kabul edilebilir. İnsan kendini beğenir, sever ve sevmelidirde. Herkes kendisiyle barışık olmalı ve hayatı ıskalamadan yaşamayı da bilmelidir. Fakat bunun bir ölçüsü olup olmadığına bakmamız gerekir. Şayet ölçü yoksa ve bu böyle olacaksa; iç problemsizlik ve pürüzsüzlük devam edecekse, bir insanın başına bundan daha beter bir felaket gelebilir mi? Bu sözlere iman edenler; özeleştirinin, içe bakışın, nefis (ego) denetiminin hiç olmamasını istiyor demektir. Ancak belli ölçülere göre nefsinizi terbiye etmiş, o ölçülere aykırı davranmak iradenizin dışına çıkmanıza sebep olmuşsa bir barışıklık ve iç sükunetle bunu tamir etmek mümkündür. Ama yine de kendinden çok emin olmamak, rehavetin gurura ve hataya sevk edebileceğini tevazuun ve tedbirin her zaman gerekli olduğunu unutmamak şartıyla Özgüven ve öz saygının gerçek anlamı, iç duyarlılıkların sürekli olarak canlı ve sağlıklı tutulması, kendini gözlemleyip eleştirebilir olma şuuruna sahip olması demektir. Ancak o zaman bunu kimse bilmese ve görmese bile ben kendime yakıştıramam diyebilir, yalnız kaldığınız veya bırakıldığınız durumlarda da doğru bildiğiniz yolda emin adımlarla yürüyebilirsiniz.
Ancak bazı insanlar kendilerinden çokça eminler, hiçbir özeleştirileri yok, doğru söylediklerinde bile bir içselleştirme sıcaklığını zerre kadar hissedemezsiniz. Sanki düşünen, idrak etmeyi bilmeyen bir insanla değil de adeta bir robotla muhatap gibisinizdir. Bu tiplerden, herhangi bir konuda kendi yorum ve görüşleri istense kurguladıkları hazır bilgiyi işleyip pattadan önünüze koyarlar. Oysa insan, ayda yılda bir kere de kendini sorgulamalı, yoklamalı değil midir? Yani, Bir de şöyle bakayım, bu açıdan değerlendireyim demelidir. Bizim toplumda şüphe ve tecessüs pek iyi karşılanmaz. Yani herşey hayra yorulur ama bazı alanlarda uygulanması, herkesin hayrına olabilir. Örneğin bunun Doğuda da karşılığı var. Ve eskilerin tabiriyle vehimsiz fehim olmaz sözü en güzel örneklerinden biridir. Zayıf halkalardan faydalanmaya razı olanların yapamayacağı bir bütünleştirme ve kurgu yoktur. Bir zayıf halka o ucuna, bir tane bu ucuna, muallakta kalmış diğerlerine de birer tane; oldu sana bir izah bütünlüğü! Ama dokunmaya, yoklamaya, kurcalamaya geldi mi yandı canım keten helva Bakıp bakıp serinleyeceksin, güven ve yalan tazeleyeceksin! Oldu mu, oldu. Oldu canım, oldu. diyeceksin. İşte o hazır cevap böyle hazırlanıp servis edilir önümüze. Konuma uygun olanı vakit kaybetmeden seçilip bilgisayara takıldı mı, gel keyfim gel!. Ne ararsan bulunur derde devadan gayrı! Sor soruyu al cevabı! Düşüncenin kapılarını ve pencerelerini kapatma işlemini tamamladıktan sonra ise keka! Huzur, güven, tafra, fiyaka, kolaylık, hafiflik, serinlik; hepsi tamamdır. Akıl ve kalp devre dışıdır; irade nefsin oyuncağıdır artık. Rutin işler için kurnazlık denilen zekâ gölgesi yeter de artar!
Peki muhatap böyle olunca ne yapmamız gerekir?
Doğrusu, zor mesele! Anormal şartlarda, normal ölçülerden uzaklaşmadan nasıl bir erişim nasıl bir pozitif etki sağlanabilir düşünmek gerekir. Sanırım önce, kendi devre dışı bıraktıklarıyla, yani kendi aklıyla ve kalbiyle ikisini birden ifade eden anlamda kendi ruhuyla yakınlaştırmak, buluşturmak, temasa geçirmek gerekir kişiyi. Bunun kazandıracaklarını, ondaki zekâ gölgesinin de tanıyabileceği özel sunuşlarla, tattırabilmek bir şekilde hissettirilmelidir. İnsan dediğimiz canlı tam tükenmez, sıfırlaşmaz. Sabırla, kızdırmadan ve korkutmadan, uyuttuğu ve unuttuğu fıtri bağlarını inkâr edemeyeceği özdeki var oluşla senkronize ederek, onu kendisinden olanla yeniden ülfet haline getirmenin ve sevgiye yeniden bakmasını mümkün kılmak için; o ince, dolaylı, müşfik mesajlarını bir insanlık heyecanı şeklinde seslendirmek yeterli olur bence. Zira umut olmadan yaşamak mümkün değildir
Kalın sağlıcakla