Sessiz adımlarla yürüdüğüm kimsesiz yollarda,
ayağıma takılan çakıl taşları gibiydin
Fark ettirmeden çıktın karşıma, sıradan biri gibi.
Sonbaharda savrulan yaprakların rüzgarla dansı gibiydi bakışların
Tıpkı onlar gibi ürkektin, onlar gibi sararmıştı yüzün.
Yağmurlar kaldırımlarla buluştuğunda,
etrafa yayılan melodi gibiydi yüreğinden duyduğum ezgiler.
Bir o kadar ıslak ve bir o kadar da çaresizliği anlatıyordu
yanaklarından süzülen yaşlar.
İncecik parmaklarının arasında sımsıkı tuttuğun,
buruşturulmuş bomboş bir sayfadan ibaretti sanki hayatın.
Hiç yaşanılmamış
Öylesine anlamsız, öylesine kırık dökük
Oysa senden farklı değildi heybemde biriktirdiğim yaşanmışlıklarım.
Vuslat köprüsünde karşılaşan iki yabancı olsak da,
Aynı kırgınlıkları, aynı acıları yaşasak da,
Hatta aynı düşlerde gezsek de birbirimizden habersiz,
Birbirimizi tamamlayan bir elmanın iki yarısıyız aslında biz.
Bölük pörçük yaşanmış sevdalardan arta kalan kırıntıları topluyor şimdi martılar,
Rüzgarın savurarak sürüklediklerinden geride kalanları
Öyle güzel süzülüyorlar ki gökyüzünde
Martıların dansına takılıyor gözlerimiz
Gökyüzünde senden ve benden, acılarımızdan, terkedilmişliklerimizden,
Yarım kalmışlıklarımızdan, yitirilmişliklerimizden kalanlarla doldu bütün sema
Ve gözgöze geldik bir an
Ben durgun bir deniz misali,
Sense fırtına öncesi sessizlik