""inan""dıklarının Peşindeki Mustafa

Bir ülkede bozulmadan aç susuz kalmak pahasına ille de bilim demek

yazı resimYZ

Size Oğuz Atay’ın yazdığı ‘‘Bir Bilim Adamının Romanı ‘‘ adlı kitap ışığında bir efsaneyi tanıtmak istiyorum. Bir batılı gibi düşünen fakat bir doğulu gibi yaşamaya çalışmış, yeri geldiğinde de zor şartlar içinden bu noktalara gelmiş olmasıyla övünen birisi. Mustafa İnan...
Ona göre bilim gelenek unsurlarını içinde barındırmalıydı, bu kimilerinin bilimin evrensel olması gerektiği tezlerine aykırılık taşıyordu ama o bu evrenselliğin bilimde epey yol katetmiş zengin toplumların bilimsel geleneklerini kuvvetlendirmekten ve aradaki toplumsal farkın açılmasını sağlamaktan başka bir işe yaramayacağını düşünüyordu.Bu da II. Dünya Savaşı sonrası esen barış rüzgarlarına aykırı bir durumdu.
Mustafa İnan gibilerin ideallerini yaşaması toplumunda ideallerini oluşturabilmesi açısından önemliydi.O da ideali olan; her ne şartlar altında olursa olsun öğretme ilkesini yerine getirmekle, toplumsal ödevini de yapmış oluyordu.
Cesaret işiydi onunkisi, bu ülkede bilime yeteri destek sağlanmıyordu. Nice büyük beyinler piyasanın çekiciliğine dayanamamış, nicesi ‘‘sen adam olmazsın’’ denerek okutul- mamış ,kimide ana karnından çıkar çıkmaz bakımsızlığın, fakirliğin kurbanı olmuştu. İşte bu şartlar altındaki bir ülkede bozulmadan aç susuz kalmak pahasına ille de bilim demek...
Hayatına baktığımızda misyonunun, üzerine düşmemiz gerekli konuları bize göster- mek,dikkatimizi bu konulara çekmek olduğunu görebiliriz.Örnek olarak da bilime katkılarının yanında sanata, özellikle de edebiyata olan ilgisini gösterebiliriz.
İnsanlara sorulduğunda bir kısmının onu sanatsal kişiliğiyle tanıması onu bu yanının da ne kadar etkili olduğunun bir kanıtıdır.Aslında o düşünmeyi, yani sanatların en zor öğrenilenini öğrenmiş ve bir çok konuda insanların beyninde yer edebilmiştir.
Ayrıca onu hayır demeyi bilmeyen biri olarakta tanımlayabiliriz. Evet, o kimseye hayır diyemezdi. o kadar düşünce arasında evetin ona yükleyeceği sorumluluğu hesaplayamazdı sanırım. Ömrünün bu kadar kısa süreceğini bilseydi belki ‘‘evet’’ üzerinede biraz düşünürdü.
Bilimin içinde bulunduğu durum içten içe beynini tırmalıyordu.Aslında bilim adamını kurullarda kalkan parmak sayısına göre değerlendiren zihniyete karşıydı,hiç öğrenci olmamış gibi sırtını bir dönem boyunca sınıfa dönen,herhangi bir öğrencinin kendinden daha iyi işler başaracağı korkusuyla yaşayan dar kafalı öğretmenlere karşıydı.Bu kafa da bizi tüketici bir toplum olmaktan, bilimde ve sanatta taklitçi olmaktan kurtaramıyordu.
O da bu zihniyetin aksine, hep toplum için faydalı neler yapabilirim diye düşündü. Yeteri kadar bir şeyler yapamadım düşünceleri arasında da öldü.
Bize düşen görev de; onun yaptıklarını övmek yada onu bir yazarın yarattığı erişilmez bir masal kahramanı olarak hafızamıza gömmek değil onun yapmayı isteyip de kısa hayatına sığdıramadığı projeleri yapmaya çalışmak,toplumu onun istediğinden daha da ileri götürmek- tir.Yaşasaydı eminim ki oda böyle yapmamızı isterdi.

Başa Dön