İSRAİL HUKUK DEVLETİ Mİ, YOKSA APARTHEID BİR DEVLET Mİ ?
Osmanlı yönetiminde Yahudilerle Araplar bir arada yaşadılar. İlk Siyonist liderler Ben Gurion, Peres gibileri salt Yahudi egemenliği altında olan bir ülkede yaşamadı, Arap komşularla bir arada yaşadılar. Oysa, bugünkü İsrailli liderler Arapları görmek bile istemiyor. Sadece Araplar mı ? Afrikalı siyah Yahudileri, yani Falaşaları da görmek istemiyorlar !
Evet. İsrailde yerleşik Falaşaların sırf derilerinin rengi siyah olduğu için toplumdan dışlandığı, hatta kısırlaştırılma girişimde bulunulduğunu biliyor musunuz ? Üstelik bunlar Yahudi ! Falaşa Yahudileri (Etiyopyalı Siyah Yahudiler) 140 bin kişiden oluşan küçük bir topluluk. Bunların çoğu 1980-1990larda Etiyopyadan İsraile göçen Falaşa aileleri ve onların çocukları. Fakat derileri siyah olduğundan Apartheid ve ırkçı tepkilerin kurbanı oluyorlar. Bunlar toplumun en yoksul kesimi ve her an ceplerine üç beş kuruş verilip sınır dışı edilerek Etiyopyaya geri gönderilme tehdidi altındalar.
Oysa, Tevratta Afrikalı siyah kadınlarla evli ve onlardan çocukları olan İbrani aşiret reislerinden söz edilir. İbrahim'in, Afrika (Hamitik) kökenli Hacer ve Keturahtan çocukları vardı. Musa, Etiyopyalı Zippora ile evlendi. Yakupun da iki Afrikalı karısı vardı ve çocukları Efraim ve Manasse iki İsrail aşiretinin reisi oldu.
İnsanın gözü dönmeye görsün beyaz ırkçılara (WASP) yaranma uğruna, sözde onlar gibi olma ve onların gözüne girme uğruna, hırs ve çıkar uğruna kendi köklerini, kendi siyah atalarını bile yadsır, seçilmiş üstün beyaz ırk (!) paranoyasıyla iğrenç eylemlerde bulunur. Falaşalara yapılan budur.
Şu an İsrail dünyanın en ayrışmış bölgesi, bir zamanların ırkçı Güney Afrikası gibi Apartheid düzeninin sürdüğü bir ülkeye dönüştü. Devlet daha fazla toprağa el koymak, siyasal özgürlükleri kısıtlamak için durmadan yeni yasalar çıkarıyor. İsrail Anayasa Mahkemesi evlerin yıkılmasını, Filistinli protestocuların askerler tarafından öldürülmesini, Yahudi yerleşimlerin kurulmasını görmezden geliyor.
İsrail dünyaya kendini demokratik bir hukuk devleti gibi meşru göstermeye çalışsa da Siyonizm ve Apartheid bir çok bilim insanı, akademisyen, tarihçi, yazar tarafından eleştiriliyor. Bunların içinde İsrailli olanlar da var. Bunlar İsrail hükümetince tehdit ediliyor, itibarsızlaştırılıyor, görmezden geliniyor, hatta (Prof. İlan Pappe gibi) üniversiteden kovulup İsraili terk etmek zorunda kalıyorlar.
Aşırı sağ partiler UNICEFin Haremi Şerif (Tapınak Dağı) bölgesindeki tarihsel yapıları dünya mirası kapsamına almasına rağmen bu yapıları ortadan kaldırıp yerine Süleyman Tapınağını inşa etme saplantısından vazgeçemiyor. İsrail devlet politikası asla geri adım atmıyor, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi aracılığıyla İnsan Hakları Konseyinin kararlarını engellemeye çalışıyor.
Trump ve Macron gibi liderlerin de açık desteğiyle işgal politikasını sürdürmekte git gide Hitlerin Nazi Almanyasına benzemektedir. Öyle ki Gamalı Haçın yerini Altı Köşeli Yıldız, Nazi miğferinin yerini kippa almıştır. İsrail, nükleer silahlarıyla komşu ülkelere göz dağı vermekte barış için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Tüm bunları yaparken Holokostu bahane ederek mağduru oynamakta, yapılan akademik, bilimsel, tarihsel ve siyasal eleştirileri de antisemitizm ile suçlamaktadır.
Türk Yahudisi yazar ve gazeteci Roni Margulies Newsweekdeki yazısında tarihsel bir paradoksa ve İsrailin işlediği insanlık suçlarına dikkat çekiyor:
Tarihin ne ilginç bir cilvesidir ki, Yahudileri Avrupa'da karşılaştıkları ırkçılıktan ve faşizmden kurtarmak amacıyla kurulan İsrail devleti, bir başka halkı yok sayarak kurulmuş olduğu için, bugün bir Yahudi'nin yaşayabileceği en tehlikeli yer! Hem insanlığını kaybettiği, hem de her an ölümle burun buruna yaşadığı bir yer.
İsrail devletinin işlediği insanlık suçları ve uyguladığı sınırsız vahşet, dünyadaki tüm Yahudileri tehlikeye atıyor. Dünyadaki her bir Yahudi'nin güvenlik ve huzuru için, İsrail devletinin yerini bölgedeki tüm halkları kucaklayan bir devlete bırakması gerek.
Sol kanat barış aktivistlerinden İsrailli yazar Davit Grosman Fransız LOBS dergisinde İsrailin politikasını eleştirirken ülkede demokrasinin gerilediğine, hükümetin demokrasi düşüncesinden uzaklaştığına dikkat çekiyor. Filistin sorununu çözmede tek yolun Filistinlilerle diyalog olduğunu söylüyor:
51 yıldır başka bir halkı işgal altında tutuyoruz. İçinizde iki tür insanlık algısı olduğuna inanmaya başlamadan bir başka ulusu işgal edemez ve baskı altında tutamazsınız: Üstün insanlar ve aşağı insanlar ! Bu görüş her şeyi kirletiyor. Büyük çoğunluk, baskın olan bu görüşü benimsiyor: Doğru olduğu için değil, baskın olduğu için ! Biz kendimiz işgali yasallaştırıyoruz. () Şundan eminim ki Filistinlerle çatışmanın sürmesi bizi daha insanlık dışı (inhumain) yaratıklar hale getiriyor. Hayvani, ırkçı, acımasız oluyoruz.
İsrail Barış Hareketi aktivisti edebiyatçı Abraham Yehoşua ise yine LOBSda yayımlanan İki devletli çözümü terk edersek başlıklı yazısında çift-uluslu bir devleti savunmayı sürdürüyor. Ancak, coğrafi ve demografik gerçeklikleri bilenlerin söylediklerine inanacak olursak İsrail toprağının iki ayrı egemen devlet olarak paylaşılması olanaksız görünüyor demekten de kendini alamıyor. Ve yazısını karamsar sözlerle sonlandırıyor:
İsrail devletinin Yahudi ve Siyonist kimliği şu an hiçbir tehlike altında değildir. Tehdit altında olan İsrail devletin insanlığı ve egemenliğimiz altındaki Filistinlilerin insanlığıdır.
MACRON SKANDALI !
Rothschild Bankasındaki görevini bırakıp siyasete atılan Emanuel Macron 2017de Fransa Cumhurbaşkanı seçilmişti. Göreve başlar başlamaz Macronun ilk işi holdingler ve varlıklı kesimden alınan %60 oranındaki vergiyi kaldırıp onun yerine akaryakıta %20 ek vergi koyması olmuştu. Bunun üzerine 2018de Pariste Sarı Yelekler protesto eylemleri başlamıştı. Eylem ülke çapına yayılınca Macron akaryakıt vergisini askıya almak zorunda kaldı. Ancak eylemler bu sefer Macron hükümetine karşı sürdü. Macron eylemcilere karşı polis ve asker şiddetini devreye soktu yüzlerce kişi yaralandı, onlarca kişi öldü, 20 kişinin tek gözleri atılan plastik mermilerle kör oldu, elleri kopanlar oldu. Evet tüm bunlar Avrupanın insan hakları ülkesi Fransada oldu ! Macron protestocuları aşırı sağcı, yağmacı, kırıcı, antisemit, ırkçı ve homofob olmakla suçladı.
Bu da yetmedi Sarı Yeleklerin bir yürüyüşü sırasında sokaktan tesadüfen (!) geçmekte olan yazar Bernard Henri-Levyye bir kişi tarafından küfür edilmesini antisemit bir slogan olarak yorumladı. 20.2.2019da Siyonizm karşıtlığı antisemitizmin modern biçimlerinden biridir diyerek İsrail ve Siyonizmi eleştirmeyi nefret söylemi kapsamına alan bir yasa tasarısını meclise sundu ! Yani dünya liderleri artık Siyonizmin birer kuklası mı oldu yoksa?
Bu bağlamda, İsrail ve Siyonizme yapılan eleştirilerin nefret suçu kapsamına alınarak antisemitizm olarak kabul edilmesini iddia eden Macronu şiddetle kınıyorum. Voltaire, Diderot, Rousseau, dAlambert, Zola, Camus, Sartreların ülkesinde böylesine bir saçmalık nasıl olur ? Macronun bu skandal yasa tasarısına Fransız halkı, aydınlar, siyasetçiler ve Anti-Siyonist İsrailliler büyük tepki gösterdi.
Ancak, ne yazık ki tepkilere gidişat durdurulamıyor, çünkü su başlarını devler tutmuş. 23.9.2019 günü Trumpın gözlerini kısarak büyük bir kibir ve megaloman pozlarla BMde yaptığı konuşma tüm dünyaya bir tehdit ve gözdağıdır. Konuşmasında küreselleşmeyi yerin dibine batırırken Özgür dünya milli temellere yeniden sarılmalı. Milli değerleri silmeye veya onların yerine başka şeyler koymaya çalışmamalıyız. Gelecek küreselcilerin olmayacak. Gelecek vatanseverlere aittir." çağrısını özellikle Avrupadaki aşırı milliyetçilere ve aşırı sağa göz kırpması olarak algılamak gerekir. Açıkçası Trump, gelecek aşırı sağ, faşizm, şoven etnik-milliyetçiler, ırkçılar, yabancı düşmanları ve din tacirlerinin olacak ve ben bunu destekliyorum demek istiyor !
Görünen o ki tüm etik ve insancıl değerlerin alt üst olduğu, çöktüğü, onları yerine devlet terörü, terörizm, aşırı sağ, dincilik, şeriatçılık, şoven-etnik milliyetçilik, yabancı düşmanlığı, siyasal hırs ve hezeyanların, ırkçılık ve Apartheidın egemen olduğu/olacağı bir sürece doğru hızla sürükleniyoruz. Dünya sanki kana ve savaşa susamış. İnsan hakları, demokrasi, barış, düşünce ve söylem özürlüğü, laiklik, hümanizm hepsi çöpe atılıyor.
Raf ömrünü çoktan tüketmiş dinsel sapkın kehanetler, etno-merkezi öğretiler ve dinler dışında insancıl çözüm yolları, barışçıl seçenekler aramak gerektiği kanısındayım. Dünya halkları arasında barış, hoşgörü ve kardeşlik için bir yeryüzü yurttaşı olarak dünya aydınlarının ve halklarının bu korkunç gidişata, bu dinsel, ırksal ve etnik cinnete er veya geç dur diyeceğini umut etmek istiyorum. Her ne kadar umudum olmasa da
(NOT: Söz konusu yazı ve araştırma İsrailli tarihçi Prof. İlan Pappenin İsrail Hakkında 10 Efsane yapıtından, insan hakları savunucusu İsrailli gazeteci Gideon Levy, İsrailli yazar Davit Grosman, İsrailli edebiyatçı Abraham Yehoşua, Türk Yahudisi gazeteci ve araştırmacı Roni Margulies, Kadir Has Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Salih Bıçakcı ile Filistinli hukukçu Ahmet Amaranın söyleşi ve görüşlerinden, Haaretz, Independent, Guardian, BBC, VOA sitelerinden derlenmiştir.)