İtiliyorum hem de nasıl itiliyorum başka ruhsal dalgalarda boğulmaya... Başkalarını okuyorum. Eski ben gibi yazıyorlar. O konulara dair kelimelerim bitti benim. Mutluyum ama korkağım hala. Nazardan kaçarım, anlatmam ağzımın kulaklarıma varışını, içimin bulutlarla yastık misali kabarışını, sarılmanın, öpmenin, koklamanın doyuma ulaştıramamasını; hep midye misali yapışıp kalasım, dudaklarımı dudaklarından ayırmayasım gelir.
Mutluyum, acı yazamıyorum çok şükür! ama ben aşk yazmakla pişmiştim... Şimdi sudan çıkmış balık gibiyim kalemi elime aldığımda. Sadece içim boğuluyor insan saçmalıklarıyla; insani sinir hallerini yazmaya doğru itiliyorum.
Duvarlarım vardı. 4 duvar arasında yaşardım duygularımı... Ağlarken sırtımı duvara yaslayıp yere çökerdim, gülerken duvardan duvara zıplardım. Renkliydi duvarlarım ve bukelemun gibiydiler. Ben hangi ruhu yansıtıyorsam o renkteydiler. Bir "ben" vardı odanın ortasında. Kendini pisliklere karşı koruyabilen, acı çektiğinde başkasını değil kendini yiyip bitiren, gülerken kahkalarına gelen garip tepkileri iplemeyen...
Artık yorgunum... Ama aşktan meşkten değil, insanların sosyal saçmalıklarından yoruldum. Issız adada yaşasam diyordum, Tom Hanks'in filmini izleyince bu fikirden de kovuldum. İş ciddiye binince(adada yalnız kalmaktan söz ediyorum), her türlü saçmalığına rağmen kendi türleriyle bir arada yaşamak istiyor insan. "Çözümü nedir o zaman? " derseniz...Çözümü "Derya olmamak"tır.
Büyürken kendi yüzünüzün yanında bir-iki yüz daha büyütmek lazım. Birisi gülmek istemediğiniz halde güldüğünüzde kullanılabilir farz-ı misal. Ya da başkasına üzülmediğiniz halde üzülüyormuş gibi yaptığınızda gerekli olabilir. Düşünmediğiniz halde düşünüyormuş gibi yapmak için de kafası ağrımış, dalgın ve derin bakışlı bir tip büyütebilirsiniz. Bende yok bunlardan. Ben hep aynı yüzle yaşıyorum. Yapmak istemediklerimi yapmıyor, söylemek istemediklerimi söylemiyorum. Ne diyorsam gerçekte de onu demek istiyorum. Bu yüzden de nefret ediliyorum.
Sonra, bencil hatta biraz egoist olup vicdanınızı çöpe atmalısınız. Eğer kendinizi başkasının yerine koyup adaletli davranırsanız "salak"sınız -ki bunu da benden kelli yapan olmaz-. Dünyanın adaleti kör değildir, hep tanıdık-bildik-sevdiklerini izler.
Kötü gün dostu olmamalısız. Kötü gün dostları, o kötü günün getirdiği yüz ifadeleriyle hatırlanır. İyi gün dostu olup, güler yüzlü ilan edilmeniz işten bile değildir. Dostlarınızdan da kötü günde yardım beklemeyin, kimse kimsenin canını sıkmamalıdır, iyileştiğiniz bir anda telefon açıp kahkaha patlatırsanız, süper insansınız!
Diyette olmayı bırakın yemek seçemezsiniz bile; sağlıklı beslenmek çok sıkıcıdır. Dürüm yiyen arkadaşınızın yanıda tavuklu salata yemek tüm keyfi yerle yeksan eder. Bu günlük, şu günlük, öbür günlük de sağlıklı beslenme tantanasından vazgeçin canııım! Sosyal çevreniz için yaşayın, kendiniz için değil.
Dini tutuculuklarınız olamaz. Varsa "ruh hastası"sınız. Herkes çoğunluğa uymalıdır. Kendi başınıza doğrularınızı yaşamak da neyin nesi? Haram yeniyorsa siz de ortak olmalısınız. Zaten ancak öyle meşrulaşabilir, hem başkalarını azıcık fazla para alıyorlar diye zor durumda bırakmak da ne kadar ayıp şey!
Büyük şehri, küçük kasabası, Türk'ü, yabancısı...hep aynı çark dönüyor. Arada kendi kendime "işte bu yaa" dediğim olmuyor değil, istisnaları kenara atmayalım.
Ama "istisnalar kaideyi bozmaz" diye de bir bilimsel gerçek belletmişler taa ortaokul yıllarımda... Ama yine de, inatla, gönlüm umut beslemekten yana.