Sevgi, onur, bağlılık, koruma, özveri vb… Bunlar gibi nice duyguyu bize “insan olmanın” ve “kendin olmanın” gereği olarak öğrettiler. Mutluyduk da duygularımızla. Ailemiz, arkadaşlarımız, akrabalarımız, dostlarımız ve sevgililerimiz vardı, bizimle bu güzellikleri paylaşan. Asla gözümüz arkamızda kalmazdı, asla kuşku duymazdık ve canımızı, malımızı, namusumuzu emanet edebileceğimiz insanlar vardı etrafımızda. Güvendeydik, huzurluyduk ve gelecek bizi korkutamazdı. Ben seviyordum, seviliyordum, onurluydum, bağlı olduklarım vardı, bana bağlı olanlar vardı, koruyordum, korunuyordum, özveriliydim ve özveriler sayesinde şımartılıyordum…
Ben, insandım…
Ben, kendimdim…
Ve herkes öyleydi…
…
Ne oldu da güzellikler bir bir kaybolup gitti…
Ne oldu da,
sevgisizliğin adını “modernlik”,
onursuzluğun adını “zamana ayak uydurma”,
aldatmanın adını “düzeyli birliktelik”,
yalnız bırakmanın adını “kendini kurtarma”,
bencilliğin adını “bireysellik”, diye değiştirip, kılıf uydurduk…
Evet, artık “kendine ihanet edebilenler” mutlular. Kendime ihanet edemem, sevmeye, onurlu durmaya, bağlı kalmaya, korumaya ve özverilerime devam edeceğim diyenler ise gün geçtikçe daha mutsuzlar.
Ne yapmalı, nasıl etmeli de kendim olarak kalabilirken mutlu olabileyim?
Etrafta bu kadar, kendine ihanet edip mutluluğu bu yolla bulan varken, benim savaşım başarıya ulaşır mı? Sevgiyi bilmeyeni sevmeye, bağlılığı bilmeyenden bağlılık beklemeye, özveriyi anlamayana özverilerde bulunmaya daha ne kadar devam edilebilir ki? Veya böylelerine bu güzel duyguları sunmaya devam etmeli mi?
Onurlu durup yerinde saymak, aç kalmak ve hatta yok olmak mı?
Onursuzluğu göze alıp yükselmek, sofrada artıklarla doymak mı?
En can alıcı soru da şu:
Kendime ihanet edip mutlu olmak mı? Yoksa kendim olarak kalıp mutsuz olmak mı?
Doğrusu hangisi?
Belki merak edersiniz, ben hala “kendimim”…
Mutsuzum ama bana geçmişimin verdiği güzel duygularımdan birisiyle bekliyorum,
“UMUTLUYUM”…