Geçtiğimiz haftalarda Murat Belge, Radikaldeki köşesinde artarda yazdığı yazılarda bir dönemin Almanyasıyla bugünün Türkiyesinin benzerliğini vurguladı. Yazılar, gerek yazarın tarihi okurken kullandığı metotla, gerekse de çıkarılan sonuçla Murat Belge gibi bir isme yakışmayacak büyük yanılsamalar taşıyordu. Gerçi biz bunu, işin teknik kısmıyla ilgili olarak ve Belgenin muhtemel birikimine dayanarak böyle söylüyoruz. Ancak gerçeğin çok farklı olduğu yazıların içeriksizliğinden ortaya çıkmakta. Başka bir ifadeyle, ne söylemek istediğini bilen, lakin yanlış düşündüğünü de unutmayan bir yazarın, kavramları, olguları, hatta ve hatta tarihsel gerçekleri elbette onun akışını- buna uydurmak için kendiyle girdiği mücadele görünmekte. Belge, allem edip kallem edip söylemek istediği şeyi söyleyecekti ve bunun için tahrif edemeyeceği şey yoktu. Yazımızın sonunda ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Biz önce Murat Belgenin belli ki adını unuttuğu unutmak istediği- Karl Marksa kulak verelim:
Nasıl bir kimse hakkında onun kendi için ne düşündüğüne bakılarak kanaate varılamazsa; böyle bir dönüşüm dönemi (toplumsal devrim dönemindeki üst yapı dönüşümünü kastediyor-y.n.) hakkında da o dönemin bilincine bakılarak yargı verilemez; tam tersine bu bilinç, maddi yaşamın çelişmelerinden, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında varolan çelişmeden çıkılarak açıklanmalıdır. (K. Marks, Ekonomi Politiğin Eleştirisine önsöz)
Peki bakınız sayın Belge ne diyor? Önce:
A.J.P. Taylor Napoléonun Almanya üzerindeki etkisinden ilginç bir sonuç çıkarıyor. Napoléon, paradoksları bol olan bir tarihi kişilikti. Fransada rolü, devrimin sonunu ilan etmek oldu. Bastillein üstünden 15 yıl geçmeden İmaparatorluk tacını başına geçirmişti. Ama Avrupada yayılmasıyla yarattığı sonuçlar bunun tersine oldu. Devrimin getirdiği ilke ve değerlere tamamen yabancı, aşırı derecede muhafazakâr ve gerici rejimlerin bulunduğu topraklara, özgürlük-eşitlik-kardeşlik havasının (bunun son kırıntıları da olsa)bir ölçüde yayılmasına imkân yarattı.
Almanya ve İtalyanın çeşitli siyasi birimler halinde yaşayan prenslikleri, dükalıkları vb. bunların başında gelir. Nitekim, Napoléonun buralara getirdiği bir takım yeni usuller, kendisi buralardan çekip gittikten sonra da yaşamaya devam etti. Örneğin, Almanyada ondan önceki siyasi birimlerin sayısı 300ü geçiyordu; bunları 36ya indirdi. Ondan sonra da bu sayı değişmedi.
Tespitini yapıyor. Burada eksik bir aktarım olması bir yana (zaten Marksın ağzından düzelteceğiz), bunun sonrasında tamamen öznel bir yargıda bulunuyor: Almanya, daha doğrusu Almanyanın kaderini ellerinde bulunduran seçkinler, bunların Almanyaya, onaylanması kolay olmayan Napoléon işgaliyle gelmesi olgusunu kendi çıkarları açısından istismar ederek, bunları işgalle özdeşliyor, böylece yabancı olduğunu öne sürerek reddetme imkânını kazanıyorlar.
Bu uzun cümlede şu ifadelere dikkatinizi çekmek isterim: onaylanması kolay olmayan ... işgal, Napoléon işgaliyle gelmesi olgusunu kendi çıkarları açısından istismar ederek, bunları işgalle özdeşleştirmek. Belge, Almanların işgalci güçle olan çelişkisini ki ana çelişkinin kendisidir- küçümsüyor, göz ardı ediyor.
Öbürüyse (Napoléon), Fransa içinde, artık yalnızca serbest rekabetin gelişebileceği, küçük toprak mülkiyetinin işletileceği ve artık özgür kılınan ulusal sınai üretici güçlerin harekete geçirileceği koşulları yaratırken, Fransa sınırları dışında her yerde, Fransada burjuva toplumuna Avrupa kıtası üzerinde o güne uygun bir çevre yaratabilmesi bakımından zorunlu olduğu ölçüde, feodal kurumları ortadan silip süpürdü. (K. Marks, Louis Bonaparteın Onsekiz Brumairei)
Demek ki, Napoléonun getirdiği hiçbir yenilik kendiliğinden değildir. Zaten işgalci gücün inisiyatifinde ve çıkarınadır. Ne var ki, işgal olgusundan bahsederken onaylanması kolay-onaylanması zor gibi gerçek dünyayla ilgisiz kavramlar geliştiren bakış için yeni-eski çelişkisinin tali çelişki olmasının hiçbir önemi yoktur.
Güncel bir örnekle devam edelim. Irakta şu anda A.B.D.güçleri bulunmaktadır. Bırakalım vaatlerinin kandırmaca olmasını; Irak ve bölge halkları için gerçek kimsenin gizleyemeyeceği denli büyük ve çıplaktır: Ortadoğu, emperyalizmin işgali altındadır. İşgalci güce kan ve can bedeli direnen yerli halkın bu mücadelelerinin meşru olmadığını söylemek bizzat emperyalizmle aynı telden çalmak değil midir? Ama zaten Saddam da zalimdi şeklinde başlayan cümleler kurmak, ana çelişkiyi çöldeki kumlara gömerek koalisyon güçlerinin ağızlarına bal çalmak olmaz mı?
Murat Belge, eşeğini sağlam kazığa bağlamayı, demagojisine güç katmayı hedefliyor:
İşte bu da, Türkiyenin yakın tarihinde çok sık görünmüş bir durumdur ve Almanya ile benzerlik burada da tamdır. Osmanlı devletinin 19uncu yüzyılla birlikte Batıda karşılaşmaya başladığı tavırların pek çoğu, aslında bu yüzyılın yeni siyasi biçimlenmesinin sonucuydu; Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi sonrası dünyanın gittikçe demokratikleşen ve liberalleşen atmosferini yansıtıyordu.
Biz, Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet döneminde de, Batıdan gelen bu sesleri, sadece ve sadece milliyet temeline bağlı bir çerçeve içinde işitmeyi tercih ettik. Liberal Gladstone, canımız öyle isteyince bizim de Kızıl Sultan dediğimiz Abdülhamidin despotizmini eleştiriyorsa, bunu liberal dünya görüşünün gereği olarak yapmıyordu; Türk düşmanı olduğu için yapıyordu.
Sayın Belge sözüne ettiği dönemlerde Osmanlının Avrupaya bağımlılık sürecine çoktan girmiş olduğu ve onların istediği yenilikleri yerine getirdiği gerçeğini görmezden geliyor. Hatta Türkiye aydınlanmasının bunlardan ilkiyle başladığına dair genel kabulünden reddediyorsa bile- hiç bahsetmiyor (Tanzimat Fermanı). Ne ki, tüm bunlar birer sonuçtur. Sebep ise Avrupanın gelişmiş kapitalizminin Osmanlı topraklarında yeni bir sömürge yaratmak istemesidir. Dönemin iktidarı zaten Avrupa ne derse yapmaktır. Ancak düşünce adamları sarıldıkları düşünce ne olursa olsun- işlerin böyle devam etmemesi için muhalif bir tavır sergilemektedirler..
Yazımızın başında da söylediğimiz gibi Murat Belgenin derdi son paragrafta anlaşılıyor:
Evet, biz bu anlama biçimini o zamanlardan başlayarak istikrarla sürdürdük (Almanların da yaptığı gibi). Ama şu dönemde ve özellikle ABye katılma girişimi çerçevesinde, böyle anlayıp böyle davranmayı bir sanat haline getirdik: kahrolsun yabancı ideoloji demokrasi!
Biz, 21. yüzyıl dünyasında büyük kapitalist devletlerin silahlı işgale zorda kalmadıkça başvurmadığını, bunun yerine 20. yüzyılın emperyalist karakteristiği olan yeni-sömürgecilik yöntemini kullandığını biliyoruz. A.B.nin de aynı yöntemi kullanan bir emperyalist birlik olduğu gün gibi ortadayken Belge, birliğin Türkiyeyi emperyalist amaçlarla istediğini unutuyor, unutturmaya çalışıyor. Yazmış olduğu yazıda gerici-faşist ideolojiyle çatışıyor gibi görünse de bu kesimlerin düzen içi çelişkilerine dokunmayarak tüm karşıtları söylemine dahil ediyor. A.B. karşıtlığını da sanki demokrasi karşıtlığıymış gibi sunuyor.
Yazısını okuyan herkesin de göreceği gibi Belge ister istemez elmayla elmayı yan yana koyuyor. Napoléon, Sanayi Devrimi sonrası Osmanlıya liberal düşünceyi getirmek isteyen yabancılar (!) ve Avrupa Birliği. Hepsinin de birleştiği tek nokta var: Sömürü.
Murat Belge kahrolsun yabancı ideoloji demokrasi derken belli ki ne kadar akıllı olduğunu düşünüyordu. Öyle ya , kimse demokrasi karşıtı olamaz. Bir de gerici yaftasını yakıştırdı mı tamam.
Hayır! Gerçek gericiliği Murat Belge yapmaktadır. Tarihin akışını çarpıtan, sınıf savaşını reddederek toplumsal yasaları yok sayan Belge, A.B. işgalini onaylanabilir göstermektedir. Kalemini emperyalizm için oynatmaktadır. Bizi bu yazıyı yazmaya iten şey kendisinin sınıfını ve safını seçmiş olması değil, sol söylemin arkasına saklanmasıdır. Sol, tarihi boyunca hiçbir zaman emperyalist bir işgale onay vermemiştir. Murat Belge ve diğer A.B. ci yazarların kullandıkları jargon ne olursa olsun, istedikleri şey demokrasi karşıtıdır, çünkü işgali ve sömürüyü getirir. A.B.D. sömürüsü yerine A.B. sömürüsü...
9 yıl sonra gelen düzeltme:
31 yaşındayken okuduğum 22 yaşıma ait yazım, içerikte fikrimi değiştirmediğimi, hatta o yaşa göre öngörülerimde Murat Belge'den ve pek çok aydından önde olduğumu gördüm. Bunun açıklaması benim dehâm değil kuşkusuz. Biraz çocuksu bir taklitle de olsa bilimsel yöntemi kullanmaya çalısmam bile birazcık önümü görmeme yaramış. ABD ve AB ulkelerini de kapsayan koalisyon güçleri, Irak'ta, evet milyonla ifade edilen ölümler, provokasyonlara dayalı bir mezhep savaşı, ama hepsinin sebebi ve sonucu olarak da bir YENİ-SÖMÜRGE devlet bıraktılar arkalarında. İşte ilerlemiş Irak bu halde. Bir de "ileri demokrasi" var değil mi?
Biçime yönelik bir özeleştiri vermem gerekirse. Tamamen özensiz bir yazı yazmışım. Kaynaklar verilirken yayinevi, basıldığı yer, kaçıncı baskı oldugu ve hangi yil basıldığı gibi bilgiler verilmemiş. Dahası Marks'ın bir klasik yapıtının ismi yanlış verilmiş. Daha sonra uyarı alınmış, en kısa sürede düzeltileceği söylenmiş. Bu iş 7 yıl beklemiş. Alttaki eleştiri yorumunu da, kendi cevabımı da silmeyeceğim. Bu da benim cezam olsun. Düzeltme yapılmıştır.
02.08.2012