Şairler vardır doğruları, gerçekleri dile getirdikleri, daha insanca ve daha güzel bir dünya istedikleri için susturulmak istenen, hapislere atılan, çok sevdikleri yurtlarını, memleketlerini terketmek zorunda bırakılan. Şairler vardır, kendilerine eziyet edenlerin adları tarihin utanç sayfalarına geçerken, şiirleriyle ölümsüzleşen.
Şairler vardır kendi ülkelerinde, anadillerinde unutturulmak istenirken, ünleri ülkelerinin sınırlarını aşan, şiirleri, kitapları başka dillere çevrilerek, dilden dile, elden ele dolaşan; dünya insanlarına aydınlık, sevgi, barış ve umut taşıyan. Bizim de onur duyarak, göğsümüzü gere gere bizim şairimiz diyebileceğimiz böyle büyük bir dünya şairimiz var: Nâzım Hikmet Ran.
Bu yıl Nâzım Hikmet´in 100 doğum yılı kutlanıyor. Birleşmiş Milletler Kültür Örgütü (UNESCO) 2002 yılını Nâzım Hikmet yılı ilan etmesi söz konusu. Tüm dünyada anma törenleri, kutlamalar düzenleniyor. Televizyon kanalları, dergiler, gazeteler ondan bahsediyor. Ne Türkiye´de ne de Almanya´da onun adını duymayan kalmamış gibi. 7. sınıftaki öğrencilerim bile ondan söz ediyor. "Nâzım Hikmet kim?" diye soruyorlar. Gözlerim doluyor. "Ah sevgili çocuklar nereden başlasam, nasıl anlatsam size o güzel insanı, büyük şairi?!" diye iç geçiriyorum. Gerçekten, nasıl anlatılabilir çocuklara o "mavi gözlü dev"? Biliyorum onlara Nâzım´ı en iyi yine Nâzım anlatabilir, şiirleriyle, şiirlerinde atan kocaman çocuk kalbiyle. "Dünyayı verelim çocuklara, hiç olmazsa bir günlüğüne, oynasınlar allı pullu bir balon gibi..." diyen şairi sevmez mi çocuklar?
- sınıf öğrencilerime kendilerinin seçecekleri bir konuda inceleme, araştırma yazısı yazdırmak istiyorum. Boş zamanlarında şiirler de yazan başörtülü bir öğrencim "Ben Nâzım Hikmet´i anlatmak istiyorum!" diyor, sarılıp yanaklarından öpmemek için zor tutuyorum kendimi. "Tabii" diyorum, "Ne güzel olur!" Derste kullandığımız, Almanya´da hazırlanmuş olan kitaplardan birinde Nâzım Hikmet´in de bir kaç şiiri var. Yani isim onlara yabancı değil. Ama yine de ona hiç ilgi duymayacağını sandığım bir öğrencimin Nâzım Hikmet"i seçmesi beni duygulandırıyor. Heyecanlanıyorum ve sınıfa Nâzım´ın,
"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte
Yani yürekte... "
dizelerini okuyorum. Tüm öğrenciler ilgiyle dinliyor. O ders boyunca Nâzım Hikmet´ten bahsediyor, şiirlerinden örnekler okuyoruz:
Dört nala gelip uzak Asya´dan
Akdeniz´e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim
Bilekler kan içinde
dişler kenetli
ayaklar çıplak
Ve ipek bir halıya benzeyen bu toprak
bu cehennem bu cennet bizim
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın
Yok edin insanın insana kulluğunu
Bu davet bizim..."
"Biz de Nâzım´ı seçmek istiyoruz", diyenler oluyor. Sonunda okulun yabancı, Alman tüm diğer öğrencilerine Nâzım´ı tanıtmak için bir "Nâzım Hikmet Günü" düzenlemeye karar veriyoruz. Okulun tiyatro kolunu yöneten Alman meslektaşım, "Birlikte düzenleyelim" diyor, "O bizim de şairimiz!" ve ardından,
"Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
bu hasret bizim."
dizelerini Almanca olarak söylüyor.
Ey koca yürekli şair, seni tanıyıp da sevmeyen var mı, acaba? Nâzım´ın büyüklüğü işte burada. Yani, hangi milletten, hangi ulustan olursa olsun genç, yaşlı tüm insanları sarabilmesinde, onların dile getiremedikleri özlemleri, sevdaları, umutları dile getirebilmesinde. Sevdaya mi tutuldunuz, Nâzım gibi,
"Sevebilirim,
hem de nasıl
dile benden ne dilersen,
canımı, gözlerimi..."
diyebilmelisiniz. Sevgiliniz size yüz mü vermiyor, aldırmayın:
Yani sen elmayı seviyorsun diye
Elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir´i Zühre sevmeseydi artık
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
deyip geçin. Ölümden mi korkuyorsunuz, bundan daha insancıl ne olabilir ki:
"Yedi tepeli şehrimde
Bıraktım gonca gülümü
ne ölümden korkmak ayıp
ne de düşünmek ölümü..."
Sevgilinize hasret mi kaldınız açın telefonu ona şu dizeleri okuyun:
"Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli
belini sarmayalı
gözünün içinde durmayalı
aklının aydınlığına sorular sormayalı...
Aynı daldaydık aynı daldaydık
aynı daldan düşüp ayrıldık
aramızda yüz yıllık zaman
yol yüz yıllık..."
Yaşamakla başınız dertte mi, onun şu dizelerine kulak verin:
"Yaşamak ne güzel şey
Taranta Babu
Anlayarak bir usta kitap gibi
bir sevda şarkısı gibi duyup
bir çocuk gibi şaşırarak
YAŞAMAK...
Yaşamak
birer birer
ve hep beraber
ipekli bir kumaş dokur gibi...
Hep bir ağızdan
sevinçli bir destan
okur gibi yaşamak."
Nâzım Hikmet´i tanıyıp müthiş sevdiğimde lise öğrencisiydim. Yani öğrencilerimin şimdi olduğu yaşlarda. İlk tanışmamızdan bu yana beni hiç yalnız bırakmadı; en yalnız, en kederli, en sevdalı günlerimde, zor yıllarımda, verdiğim mücadelede hep yanımda oldu. Yazdığım şiirlerde bilincinde olmadan ona öykündüm, onu taklit ettim.
O şimdi de koca yüreğini öğrencilerime açtı, çarpıcı dizeleriyle kendine çekti, onları şair kanatlarıyla kucakladı. Kendine uzanan ellerini sevgiyle tuttu. Sanırım onlar da benim gibi, Nâzım´ın elini hiç bırakmayacaklar. Irkçılığın, yabancı düşmanlığının kol gezdiği, dayanışmanın, kardeşliğin, umudun, içi boş sözlere dönüştüğü bu ülkede, ondan güç alıp ayakta kalmayı öğrenecekler. Ne öğrenmesi! Ölü toprağı serpilmiş bu topluma yeni bir renk, yeni bir ses yeni bir hayat getirecekler. Nâzım Hikmet onların da şairi olacak, onların dilinde, onların kavgasında yaşamını sürdürecek ve
"Türküler söylendikçe Türk diliyle
Seni seviyorum gülüm, dendikçe Türk diliyle
Türk diliyle gülünüp
Türk diliyle ağıtlar yakıldıkça..."
yaşayacak.
©Mevlüt Âsar