bir hançer saplı durur etimde,
aklıma annem gelir
ve içimdeki bileği güçlü
yılgın savaşçılar.
bağırırım avazım çıktığı kadar
sinsi hastalıklar yürür hücrelerime,
gece pervasız susar.
bir şıvan yükselir dağların yücesinde
yuvarlanır seslerin arasından
büyür, bir acemi çığ olur
gelir tozunan dumanınan
bekleyişleri kemiren
başı dumanlı sevdaları vurur.
engereğin çatal dili yırtar karanlığı
geceyi al-kan ışıtarak
bir ananın memesine düşer,
sütü kan.
oğlanın çaput topuna,
kızın bez bebeğine,
bütün çocuklar düşer bir bir
uysal kısraklardan.
durgun suda bir baba yiter,
söner ocak,
söner titreyen kandiller
tarlada günebakanlar yanar
ve yırtılır mavisi gökyüzünün
geride;
umudu acıtan üşümelerle,
hayatın yüzünde şark çıbanı gibi
ve adı söylenen her dilde;
dört yaşında bir adam kalır.
Gürkal Gençay
1997-İstanbul / Deniz Köşkleri
“Savaşların; ellerinden ve yüzlerinden çocukluklarını çaldığı tüm dünya çocuklarına...”