Resimli Roman Çağları

Geldiler Sözü şerh edip renk katmaya geldiler. Daha iyi anlaşılsın diye sözler sayfa sayfa nakışladılar kitapları. Aşk hikâyelerinin duygusallığını, fabllerin öğreticiliğini, efsanelerin hayalperestliklerini ve siyerlerin kutsallıklarını kendi anladıkları şekilde resmettiler, daha iyi anlayalım diye okuduklarımızı.

yazı resimYZ

Geldiler

Sözü şerh edip renk katmaya geldiler. Daha iyi anlaşılsın diye sözler sayfa sayfa nakışladılar kitapları. Aşk hikâyelerinin duygusallığını, fabllerin öğreticiliğini, efsanelerin hayalperestliklerini ve siyerlerin kutsallıklarını kendi anladıkları şekilde resmettiler, daha iyi anlayalım diye okuduklarımızı.

Geldiler

Ekser tabiatı resmettiler allı yeşilli. Nakkaş dediler kendilerine, İlahî nakşı gösterebilme azmiyle. İlahî nakış ile yarışmak değildi niyetleri hâşâ! Salt insanı resmeden musavvir ve şebîhlerin ışık ve gölge perspektifine hiç iltifat etmediler bu yüzden ve gerçeğine tıpa tıp benzemesin diye stilize ettiler En Büyük Nakkaşın İlahî eserini. Birbirini kapatmasın diye art arda dizdiler figürleri. Kişileri uzaklığa göre değil de önemlerine göre büyülttüler, uzaklığı asla boy nisbetiyle göstermediler.

Geldiler

Topraktan seçtiler tek tek boyalarını ve parlak olsun diye yumurta sarısı ile yoğurdular. Yalnızca bir kez kullanabildiler bu yüzden her boyayı. Sonra saf pekmez ve üzüm suyu içirdiler boyalara, aşk sarhoşu âşıkları çizmek için ve kaderi keder diye yazdılar. Pamuktan yapılmıştı Hind kâğıtları, ipek idi hammaddesi parşömen bir sayfanın Bir küçük mekân, âher kokulu sayfada ve bir büyük sahne en derin sözleri şerh eden Ve neler anlatır bize minyatürler?

Geldiler

Üç aylık beyaz kedinin ense tüyünden aldılar kılları ve güvercin kanadından çıkarılmış kalemlerine ibrişimlerle bağlayıp suya batırdılar fırçalarını. İpekyolunun cümle renklerini sakladılar fağfurî fincanlarda ve ta Uygurlara ait zamanların resimlerini çizdiler bıkmadan usanmadan. Minyatür güzelleri hep çekik gözlüdür o yüzden ve yiğitleri hep çekik kaşlı.

Nigârist ânı çizerken Mâni, hep Uygur dilberlerini resmetmiş huri diye. Uygur çadırlarının bezeklikleri Maniheizm veya Budizm içinde yaşadı on yıllarca ve yüzyıllarca; Maninin ve Budanın kitapları resimlendi durmadan dinlenmeden Burkan-Sanemlerin duvarlarına. Ganjın arınmışlığını Himalayalardan Çakyamuna fısıldadı İbrahim Edheme. Mevlânâ ve Aynuddevle çağında Moğol nakkaşlar getirdiler onu İrana, Anadoluya ve İpekyolunun son durağı Bursada tanıdı Orhan Gazinin beyleri ceylan bakışlı yasak elmayı. Emaneti İstanbulda devralan Fatih çağırdı nakkaşları sarayına, doğudan ve batıdan Bir ahdimiz kaldı Kâlû-Belâdan.

Geldiler

Fatihin albümünü yaptılar. İtalyadan Bellini, Bursadan Şelbizâde, Özbekistandan Baba Nakkaş Türk yüzler, Türk giysiler ile nakşettiler insanları; Türk çiçekleri, İstanbul gülistanları döküldü sayfalara. Venedikte tahsil eden Nakkaş Sinan Bey Fatihi gül koklarken şebîh etti. Nakkaş Haydar bir denizciydi ve nâm-ı diğeri Nigarî, Hızır Hayreddini tasvir etti dillere destan. Nakşî Ahmedin fırçasıyla ulaşır bize Şakâyık-ı Nûmâniyede gülümseyen kudemâ. Ve Nakkaş Osmandır hem Hünernâmeyi hem Surnâmeyi resimleyen. Bir Matrakçı Nasuh gezer sonra Mecmua-i Menâzilde yurt yurt Osmanlı coğrafyasını ve şehirleri dolaşan ırmakları gümüş suyu ile çizer mührelenince su misali parlasın diye. Edirneli Abdülcelil Levnî idi Sadabâd lâlesinden çaldığı renkle boyayan, en muhteşem eğlencelerde en güzel mahbubların yüzünü ve bir Veli Can geldi sonra perî resmetmeye Hatayî demetler arasında. Nakkaştepenin Hasanıydı gösteren Cebrailin kanadını Siyer-i Nebîde ve insan başlı Burakı.

Geldiler

Bütün bir tarihi renklerle anlattılar. En romantik anlatımlarda bile rahat ve yalın çizdiler resmi, ferah ve saf mekanları tabii hâliyle aksettirdiler. Çinilerin çiçeklerine bülbüller konmak istedi, bahçelerin meyveleri iştah kabarttı. Orta Asyanın kırmız, lal, moran, yeşim ve yakutlarının parlaklığı yansıdı bir bir kâğıtlara topraktan. Portakal, pembe, mor ve kahve rengi ile Osmanlı ihtişamı geldi sayfalara ve söz anlaşıldı hakikat. Şafakta dâr özleyen Hallâc, kuzu kulağı ve böğürtlenler arkasında Hüsrev ü Şirin, Gülgûn ve Şebdîz Uluğ Beyden çalınma zamanlarda Alamut kalesi, Uşun Kocaoğlu ölümlü bakışlarla bir köprü başında. Dallarına baykuşlar tünemiş baharlarda omuz omuza vermiş yorgun şahideler

Geldiler

Kilise duvarlarına boydan boya tablolar çizilirken bir kitap sayfasının yarısının yarısına derin kompozisyonlar istiflediler ve renklerin albenisini moda bir melodi gibi tüm dünyaya yaydılar; çok şey anlattılar.

Uyanın, varlığın harabe sarayına gün doğuyor!..

Çizgiyi inceltmek uğruna gözlerini yitiren nakkaşın gönlünden sayfaya döktüğü renkler, resimler aşkına!..

Yorumlar

Başa Dön