birer yıldızlara dönüştüler; yüzyıllarca evrende birikip birikip en sonunda
dayanamayıp kaydılar. Birileri de onlara bakıp dilekler tutmaya kalktı. Ya
sen??
O gün sen duvarda bir yazı, yerde boya lekeleri, her yanı şiirlerle dolu
duvarlarıyla kendi mabedinde yaşlanmaya terk ettiğin ruhuma sitemler
yağdırıyordun. En olmadık yerlerde dudaklarından telaffuzu zor kelimeler
akarken sen su oluyordun, ateş oluyordun, yakıp yıkıyordun. Hiçbir balçık
beton olmuyordu.
Ve dünya dediğin o gözbebeklerin…içinde taşıdığın ağırlık…(14.09.05)
Jüpiter'den o zaman haberdar oldum. Yıldız haritamın en aktif gezegeniymiş
meğer. Benim iç yolculuğumu yapmam için senin uzak yolculuklar gezegeninle
karşılaşmam gerekiyormuş. Yıldızların yalancısıyım… Kendi yıldızım venüs
müş. Aşka inanırmış ve de sonsuzluğuna.. Safmış yani; ürkermiş.. Ama marsın
ihtirası ve tutkusu da her şeyden önde gidermiş. Seni de çeken buymuş bende.
Mars ile Venüs'ün sarkacında salınan bir jüpiter ve ona engel olan evcil
acıları: satürn… jüpiter ve venüs barışırmış da senin ve benim mars
tarafımız savaşçıymış. Üstelik ikimizin de birer satürn engeli varmış. Yani
yıldız haritamız aynıymış… ama bu aynılık bir özgürleştirme aynılığıymış..
Sembolleri severdik.. Kriptoloji meraklılarıydık. Gizemi severdin sen; bense
onu çözüp açığa çıkarmayı.
Sevdiğim şarkılar gibi yüzün/Bakarken içime bir hırsız merdiven
dayıyor/Ellerin diyorum; sonra
Ellerin saydamlaşıyor/Duysam diyorum tutsam diyorum sevsem
Diy (emi) orum
Sadece adını biliyorum/Ne seni ne de beni
Zamanın içi sıra koşuştururken/Her sabah günaydın yerine/Adını söylüyorum
(25.01.05)
Günaydın demeyi sevmezdim ben pek. Onun yerine güne geceye adını
yakıştırırdım. O asil, savaşçı adını. Ama adını hep hatalı yazarlardı
buralarda. Bir harf hatası yaparlardı ya adında ya da soyadında. Senin bir
hata olmandan korkardım hep. Her gece ayrı bir korkuyla uzanırdım
kabusların, karabasanların, ikilemlerin bilinçaltı alemine.
Geceye son bir bakış attım. Kendimin gizli kalmış yanlarını torbadan çektim
çıkardım. Beğenmediklerimi çöpe attım.(03.02.05)
Kabullendim sonraları. Yenilgi miydi, zafer mi bilemiyorum ama savaşmamayı…
Duyguları.. Yine de hep bir med-cezir vardı bedenimde. Seven, sevmeyen, aşık
olan, nefret eden, hırslı, yenik, asi, kırılgan… Bir kafa tutan, bir
sinen...
Salıncakta sallanan duygular(19.02.05)
Kabullenmek sözle olmuyordu.Kabullenmek yaparak, severek, hissederek
oluyordu. Kıyametini insanlar kendi yazarmış. Önce yıkıp, sonra mimara suçu
atmak da ayrı bir ruh savaşıymış. İnsanın kendiyle savaşıymış.
Gösterişten uzak bir hayatı vardı hayatın bir gün birileri onu olduğu gibi
kabul etmeyi bırakana kadar. Bir gün ellerimde bir gül bitiverdi. O gülü ne
yapacağımı bilemedim. Uzun süre yapraklarıyla oynadım. Sonra biraz daha
farklı bir yol denedim. Onu parçalamaya savurmaya başladım. Gülün bu haliyle
ondan nefret ettim. Ve suçun bende olduğunu görmeyi bir türlü başaramadım.
(19.05.05)
Bazen hayatı kendi istediğin gibi yönetebildiğini hissedersin. Bazen
duygularını fark eder; kendinden daha üstün olmadıklarını anlarsın. Bazen
aşk en yüce öğretmenin olur ondan alır hayata verirsin. Kim tutacak ki
ellerini sen vermediğin zaman? Kim çalacak ki düşlerini sen düşlerken?
(20.05.05)
Her aşkın, her tutkunun sonu kendine çıkıyor. Bugün artık daha az konuşuyor,
daha çok dinliyorum hayatın sesini; götürdüğü yeri kabullenmeyi başardım.
Ama kabul etmek düşlerden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Hala hayallerim var,
olacak da. Geçmiş dereler içinden içim, akmış denizlere…dökülmüş
okyanuslara…dalgalanmış durulmuş…huzur aramış..hep bir huzur aramış… Ama
artık seçtiği yol farklı olacak; savaşarak değil de anlayarak, yaparak ve
severek hayallerime doğru yol alacağım.
Belki de budur gerçekten sevmek? Belki de aşk ve tutku sadece hayatın
kendisine verilmelidir. Belki de beşeri aşktan umudu kesmek herşeyden
hayırlıdır.
Belki de Leyla'yı tanımadan Mevla'ya varılamayacağını söyleyenlerin
haklılığına ancak vakıf olmuşumdur.
Çiğdem Ertekin