sende/leyiş
ellerin cebimde yürüdüm sokaklarında bu şehrin,
pörsümüş arnavut kaldırımlarından tepelerine meylettim..
şizofren ruhlu bu kentin yüksekçe yerleri
sanki yorgun fahişelerin sarkmış göğüsleri!..
memeleri ile gurur duyan,
sivilceli yüzünden pişmanlıklar okunmayan şehri,
elim hikaye sahibi ellerimi, ceplerime sokmadan seyrettim..
yüzsüz fahişenin pervasız rüzgarlarından
parkların ıssız banklarına uğrasam
saçlarına dokunacağım biliyorum..
dokun/aklı bir hikayeyi anımsayacağıma
gözlerimi kapamayı seçiyorum..
halbuki kirpiklerim birbirine değdiği dem
kaçmam gerekir ya korkularımdan;
olmuyor.. ellerin izin vermiyor.. kaçamıyorum
savrulan saçlarının sarmaladığı kabuslarımdan..
-Ya Rabbim!..
boyu suna elleri kına hayallerin yıkılışını anlarım
ve tarhana çorbası buğusunun dağılmasını..
hüzünlenince baş koyulan, yas/lanılan
ıs/lanan omzumun kurumasını da anlarım..
n’olur sende beni anla;
bu kadar yalnızlığa alışırımda
neden yarattın ve ne gerek vardı
Cansu Dere bakışlarına?!-
gidişini incir çekirdeğini doldurmayan sebeplere bağladığım
bu sen kokan şehri yorgun argın adımlamak ne kadar zor!..
sırf saçlarının savruluşundan
ve fahişelerin göğüslerinin hüzün damıtmasından,
aşkın ışıklarını söndürüyorum..
sen bilmezsin bir ben bilirim, sensizken
yağmuru ve geceyi seven kadınları gücendiriyorum!
bir bir yıkılıyor kalelerim
şehir düşüyor ceplerimden..
ne ben söyleyeyim ne de sen sor
istersen ayrı ayrı gördüğümüz rüyaları hayra yor
bilesin ki
yankesicileri ceplerimi yağmalarken
bu şehirde sende/lemeden ayakta kalmak zor!
(miir işte.. elim sende.. adam sende!)