elimdeki valiz; düzünde yolun, takılıp düşünce göbek çukuruna,
ve senden oldukça uzağına kaçarken,
yola boca oldu,
her şey saçıldı.
sağa,
sola,
içimdekiler de dışıma.
bu bir siyasi ayrılık değildi,
görüşsüzlük içinde politik / sosyo bir kavga da değil
var olmayıp yok ediş çabası da değildi.
öylece diz üzeri masum masum düştüm yere,
senden gitmek istemeyen yanıma takıldım.
sonra senden kaçırdıklarım saçıldı yola;
haksızlıklar, yalnızlıklar, bıraktığın izler, telaşın bir şeylere gecikmişliğin, iki kelimeye bağlanmış en güzel notası
dudak arası öpücüklerin...
koridorda duş sonrası çıplak teninden yükselen buharın, dişimi fırçalarken; arkamdan bana sarılıp sırtıma bıraktığın ısırıkların...
izlemek miymiş sadece?
şimdi düşün bakalım,
aynı evdeyiz ve senden yürüttüklerim ortada...
ya ver polise, kodeste sabahlat
ya topla benimle yerdekileri, çek al elimden valizimle beni..
hatta bir de tokat at...
izinsiz yola düştüğüm için, dudak büküp içimden hak ettim dedirt bana.
çaldıklarıma kızmak yok ama,
aklından bile geçirmezsin sen aslında bilirim...
yeni kanepene rujumu sürüp, beş parmak izi bıraktım
kitaplığını yıktım, salonunun ortasına çiş yaptım,
bunlar... ha bir de
giderken tekmeleyip, vazoyu fırlattığım kapıya,
kırılan tablolara kızmak da yok...
hiç bir şey olmamış gibi gel al beni
bak! düştüğüm yerdeyim logara beş kala,
bir refüje yüzüm dönük,
lastik kokuları burnumda...
korkuyorum...
çabuk!