Sistemin Ruhu - 8

İnsanız evet ama insan kavramımızın içini dolduracak kadar yeterli değiliz. Lakin kafamızın içinde bir yerlerde her ne kadar öznel de olsa, tam bir insan tasviri varmış gibi değil mi? Tüm öznelliğine rağmen, hemen hepimizin paylaştığı üzere, kimsenin şudur diyemediği ama bir ideal insan tasviri... Tam olarak dile gelmeyen, sanki tam olarak hiç deneylenmeyecek gibi duran ama işte orada duran bir insan var. Düşünceyi fark ettiğimiz andan beri biriktirdiğimizi fark ettiğimiz ideal kavramlar var.

yazı resimYZ

Düşünürler yüzyıllar önce çok önem verdiğim bir tespitte bulunmuşlar ve en azından felsefi anlamda sorulan her sorunun cevabını kendi içinde barındırdığını, soru sorma yönteminin cevabı yönlendirdiğini tanıtlamışlardır. Bizler bir konu hakkında düşünmeye başladığımızda kafalarımızda oluşan soru işaretleri tarafından yönlendiriliriz. Sözgelimi İnsan nedir? Sorusu, soruya yüklenen bir anlamın taşıyıcısıdır aynı zamanda. Çünkü soru, insan bir şeydir ama nedir bu şey sorusundan yola çıkmıştır. Aynı şekilde İnsan nasıl bir varlıktır? Diye sorarken, insana bir varlık anlamı yüklenmiştir baştan. Metafizik nedir? Sorusu da bundan muaf tutulamaz elbette. Şayet bu soruyu, ilk defa duyduğunuz, hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız bir kelime olarak bir bilene sormuyorsanız; sorunuz felsefi bir altyapıya sahipse, cevap sorunuzun içinde neşet etmiştir çoktan. Bilimsel yöntemi yani deneyle kanıtlanabilir olanı bilgiye tek dayanak olarak gören bir felsefi düşüncenin; kelime anlamı deneylenemez, fizik ötesi olan bir düşünce yöntemine itibar etmesi elbette ki düşünülemez. Peki, ama metafizik sahiden de fizik ötesi, deneylenemez olan düşünce yönteminin adı mıdır? Felsefede bu öyle karışık bir tartışma konusu ki, bazen hiç hak etmediği halde tüm toplum bilimleri ve hatta felsefenin kendisi topyekun itibar edilemez, bilim dışı, dolayısıyla geçersiz düşünce pratikleri olmakla suçlanmıştır. Metafizik bir düşünce yöntemidir evet ve vargıları çok zaman deneylenemez ama düşüncenin kendisi metafiziktir aynı zamanda. Deneysel yöntem ancak düşüncenin vargılarından yola çıkarak deneyler yapar ve yöntemine uygun cevap verenleri bilimsel, yöntemine cevap vermeyenleri de metafizik düşünceler olarak ayırır. Böyle olması da gereklidir. Zira düşünce köken olarak bilimsel diye adlandırılan ve sadece deneysel yönteme cevap verecek bir alana sıkıştırılırsa, üretkenliğini kaybeder; olguya, olagelene terk edilmiş olur ve eldeki verilerle ya da yöntemin sınırlarıyla daraltılmış bir alana hapsolur. Bu bağlamda bilimsel yöntem esas alınmak ve düşünsel vargılar deneyle sınanmak koşuluyla hiçbir düşünce, yöntem gereği önyargılarla baştan geçersiz sayılmamalıdır. Düşünün ki; bilimsel yöntem mutlaklığı baştan reddedip, devinimi tek gerçek olarak ilke edinirken aynı zamanda deneyselliği tek yöntem olarak kabul ederken, erişilebilir, deneylenebilir olanı mutlaklaştırmaktadır. Oysa mutlağı arayan metafizik düşünce, kendine sonsuz gelen sonluluğu hedeflerken, düşüncenin sonlu yapısıyla sınırlı olduğunu bilerek, kendinde sonsuz bir devinim arar; zira erişilmez olana erişmenin sınırı yoktur. Metafiziği sadece dinsel düşünce yöntemi olarak görmek ve onun; insanın, kendini aşma misyonunu üstlenmiş bir düşünce yöntemi barındırdığını görmezden gelmek büyük bir haksızlıktır.

Bir tür soru zinciriyle girmek istiyorum gerçek konuya: Siz, hiç insan gördünüz mü? Kelimenin tam anlamıyla; yeni yağmış kar örtüsüne bembeyaz der gibi gönül rahatlığıyla ya da ışıksız bir hücrede gözlerinize sahip olan körlüğe karanlık der gibi sorgusuzca, hiç duraksamadan, emin ve rahat bir edayla söyleyebileceğiniz denli, dilinize eskizsiz ve mükemmel bir tasvir veren insan gördünüz mü hiç? Açık söylemek gerekirse, ben henüz görmedim. Örneğin çok bilinen bir sembol olarak kullanırsak; Hitler bir insan mıdır? Sorusuna, rahatlıkla hayır diyenlerimiz olacaktır. Peki, fok balıklarını kafalarını ezerek öldüren balıkçı, bir maymunun beynini henüz sağken çıkararak kendi sağlığı için tüketen biri, bir kediyi tekmeleyerek öldüren sarhoş, kırmızı ışıkta durmayarak bir yayanın ölümüne yol açan sürücü, insanları kobay olarak kullanan bir ilaç firmasının sahibi, o firmanın müdürü, muhasebecisi, bir savaş uçağının pilotu, o uçağa bombaları yükleyen yer görevlisi, yan sokakta yardım isteyen çığlığı duymazdan gelen yolcu, işgal altındaki bir ülke halkının emeklerini bile karşılamaktan uzak duran üç kuruşluk gelirlerinden yaptıkları tasarruflarıyla inşaat şirketini kalkındıran ortakların her biri, yalınayak bir çocuğun yanından eline tutuşturduğu birkaç bozuklukla ferahlamış içiyle seğirtip uzaklaşan biri, kendine ya da yanıbaşındakine yapılan haksızlıklara susan ehliyetli (yaşça ve sağlıkça) kişi yani siz, arkadaşınız, komşunuz, ben ve öteki; tereddütsüz bir tanımla insan mı? Nasıl bir cevap verebiliriz bu soruya? Şöyle diyelim: Hem insanız evet, hem hayır; çünkü hiçbirimiz tam bir tasvir vermemekteyiz, haklı ya da haksız, şu ya da bu sebepten, tanım gereği eksikliyiz. İnsanız evet ama insan kavramımızın içini dolduracak kadar yeterli değiliz. Lakin kafamızın içinde bir yerlerde her ne kadar öznel de olsa, tam bir insan tasviri varmış gibi değil mi? Tüm öznelliğine rağmen, hemen hepimizin paylaştığı üzere, kimsenin şudur diyemediği ama bir ideal insan tasviri... Tam olarak dile gelmeyen, sanki tam olarak hiç deneylenmeyecek gibi duran ama işte orada duran bir insan var. Düşünceyi fark ettiğimiz andan beri biriktirdiğimizi fark ettiğimiz ideal kavramlar var. Kökenlerini olumsuzlamalardan almış olsalar bile orada duran ve olumlu kavramlar... İşte metafizik düşünce yönteminin benim için taşıdığı zihinsel devinim burada saklıdır. O, bilinçli eylemin yani bilincin var olan koşulları aşarak düşünebilme becerisinin, olagelenin dışında bir eylemlilik oluşturabilme idealinin gerekli altyapısıdır. Elbette idealleştirilmiş kavramların her biri olagelenin birikimleri sonucu oluşmuştur ama metafiziksel düşünce bağlamının yapısı gereği mutlaklığını ancak sonsuzlukta arama koşuluyla sınırsızdır; erişilmez olana erişmenin sınırı yoktur. Bu bir tanrı arayışı değil, insanı gerçekleştirme çabasıdır.

Son günlerde, yaşadığımız çağın hayat bulduğu sistemin iç dinamikleriyle koşullanmış dönüşümlerin senaryosunda oynayan seyirciler olarak görüyoruz ki; biz kendini gerçekleştirmekten uzaklaşmış, gerçeklik algısını yitirmiş, göre göre, bile bile, oyunlarımızın oyunları tarafından maniple edilen, bizden uzaklaşmış; bu sebeple yaşadıklarımızın bize aitliğini hissedemediğimiz ama içinde rol alıp, kendimizi seyrettiğimiz bir senaryoda kaybolmuş durumdayız. İnsanlık adına taraf olmak zorunda olduğumuz ama taraf olmakla insanlık tarafında olmadığımız; hem de deneyle sabit, bilimsel bir senaryoda...
Bu nasıl mümkün olabilir?

Nilüfer Aydur
(Devam edecek)

Başa Dön