Batılı düşünce tarihinde üç büyük düşünürün kaleme aldığı İtiraflar ünlüdür. Bunların ilki Augustinustur ki takriben M.S. 400 yıllarında Latince olarak kaleme alınmış ve ne yazık ki eserin bir kısmı sadece Türkçeye çevrilebilmiştir.
İkincisi ise Rousseaunun 1755 yıllarında yayımladığı; Yaradanın elinden çıkan her şey iyidir; her şey insanın elinde yozlaşır. ilkesinden yola çıkarak kendine göre bir dünya kurduğu eseridir. Fransızca kaleme aldığı bu İtirafların tamamı Türkçeye çevrilmiştir.
Üçüncüsü de Tolstoyun itiraflarıdır..
İçinde bulunduğumuz çağı en iyi analiz eden yazarlardan olan Tolstoyun itirafları tüm insanlığı ilgilendiren konuları barındırdığı için bu eserin mahiyeti hakkında mini bir denemeyi kaleme aldım.
Evet Almanyanın, Hollandanın, Fransanın halkına bakıldığında gelir seviyeleri oldukça yüksek ve içinde bulundukları şartlar ve sunulan nimetlerden en iyi istifade eden milletler arasında yer alıyorlar. Peki nasıl oluyor da bunca gelire, imkana ve nimete rağmen bu şehirlerin sokaklarında adım başı psikiyatri klinikleri var?
İşte Tolstoyun İtiraflarım adlı eseri tam da bu sorunun cevabını veriyor bizlere. Eserini 1879 yılında geçirdiği manevî bir krizin üzerine yazan Tolstoy, günümüzün oyunlarına ve oyuncakları ile oyalanacak bir kafa yapısına sahip değildir. Hayatının mana ve anlamı üzerine düşünürken de aradığını bir türlü bulamamaktadır. Bu yüzden eserinde: Sen nesin ve niçin yaşıyorsun, sorularına bizim cevabımız yoktur. diye içinde bulunduğu ruh durumu ortaya serer Tolstoy yine başka bir yerde: Güneş ışığının değdiği her yerdeki bütün faaliyetleri gözden geçirdim. İnan ki hepsi boş. der ve milletini karamsarlığa sürükleyen bu eserini 1882 yılında Russkaya Mysl adlı bir dergide yayımlatır. Bunun üzerine Rus gizli servisleri ve resmi makamları o dergiyi toplatıp basımını yasaklatır. Aynı eser bir süre sonra Almancada Löwenfeldin Meine Beichte başlığı altında yayımlanır. Türkçedeki metne ise Löwenfeldin bu çevirisi kaynak olarak gösterilmiştir. Keşke kitabın Rusça aslından tercümesi olsaydı ama ama maalesef yapılamadı..
İşte Tolstoyun bunalım yıllarında kaleme aldığı bu yazılara bakarak onun her geçen gün düşüncelerinde derinleştiğine şahitlik ederiz. Örneğin, Tanrının varlığına inancı kaybettim mi, yaşamıyorum ki. Onu bulmak konusundaki muğlak umudum olmasa hayatıma çoktan son verirdim. Gerçekten onu hisseder, onu ararsam, yaşıyorum ben. der. Başka bir itirafında ise Tanrı, hayattır. der
Hiç kuşkusuz birçok yazar gibi Tolstoyda gençlik yıllarında Voltaire ve Rousseau gibi aydınlanmacı düşünürlerin tesiri altında kalmıştır. Bu etkiler yüzünden Hıristiyanlık inancından uzaklaşmaya başlamıştır. Bilhassa yaşadığı iki hadise onu çok derinden sarsmıştır. Bunlardan ilki Pariste giyotinle yapılan bir idam infazı sahnesini görmesi ki o günün şartlarında Fransızların kültür seviyesi kendilerinden çok yüksek olmasına rağmen böyle bir sahneye şahit olması ona büyük bir tiksinti vermiştir. İkincisi ise kardeşinin vereme tutularak çaresizlik içinde ölmesidir. Tolstoy da tam olarak hayatın anlamının ne olduğunu kendi kendine burada sormaya başlar. İlk başlarda bunun bilimle anlaşılabileceğini düşünür, içine düştüğü karamsarlık ona göre azalmalıyken daha da artmaya başlar
Gittiği bu yol onu uçurumun başına tırmandırır! Hatta bir adım daha atsa bu uçurumdan aşağı düşme noktasına gelmiştir. Hayatın en temel sorularına bu dönemlerde cevap bulamamaktadır. Edebi şahsiyeti de Rusyanın sınırlarını çoktan aşmıştır. Gogolden, Puşkinden, Shakespeareden, Moliereden, dünyanın bütün yazarlarından ünlü olacaksın da ne olacak sanki! der. Aydınlanmacılardan da aradığı sorulara cevap bulamaz! Böylece tekrar dine yönelmeye başlar. Hıristiyanlığı etraflıca tekrar tetkik eder. Tam bir birlik için, birbirimizi sevelim. Slogan hoş güzel ama başarmanın da mümkünü yoktu. Burada Baba, oğul ve Kutsal Ruhu bir birlik olarak kabul edelimi atlıyordum; zira buna akıl erdiremiyordum. diye yazar.
Hayatında şöyle bir olay cereyan eder. Hac yolunda, okuması yazması olmayan bir köylünün konuşmasına kulak kabarttım; inanç, hayat ve Tanrının rahmeti hakkında konuşuyordu. Ve inancın bilgisi ile ilgili sözleri beni çok etkiledi Ama öğrenim görmüş müminlerle bir araya geldiğimde ya da onların kitaplarımı elime aldığım da içimde hemen bir şüphe, tedirginlik ve tartışma isteği beliriyor ve ben onların konuşmalarına daldıkça, hakikatten uzaklaşıp uçuruma yaklaştığımı hissediyorum. der. Beri taraftan Sokrates onun için başka anlamlar ifade eder. Sokratın Hayattan uzaklaştığımız ölçüde hakikate yaklaşırız. sözünü kendine destur edinir.
En sonunda basit halk tabakalarının hayatını incelemeye başlar. Sade bir hayat sürmekte tam teslimiyet ile ömrünü yaşamakta, huzura kavuşmakta olduğunu fark eder. Tolstoy, hayatının hikmetini ise nihayetinde bu inançta bulur. Sevgi ve aşka dayalı, basit sade inanç yoluyla, içine düştüğü manevi sıkıntılardan kurtulduğunu söyler. Uzunca bir hayatın sonuna doğru, Kilise Hıristiyanlığından ayrı, yeni bir din öğretisi vaaz etmeye başlar. Tolstoyun sesi tüm dünyada duyulmaya başlar. Uzaktan, yakından ziyaretçileri çoğalır. Onun gibi yaşamak isteyen insanlar komünlerini örnek alırlar. Kilise ve Devlet, Tolstoyu en büyük düşmanı olarak ilan ederler. Nihayet kilise 1901 yılında Tolstoyu Hıristiyanlıktan aforoz eder.
Her taraftan saldırıya uğrayan Tolstoyu eşi de rahatsız etmeye başlar. Artık evinde de huzuru kalmamıştır. Ne yaparsa yapsın eşiyle bir türlü anlaşamaz Ardında dev eserler bırakan Tolstoy çareyi evden kaçmakta bulur. Bu amaçla Bulgaristan üzerinden Türkiyeye gelmeye karar verir. Fakat bu yolculukta hastalanır; 20 Kasım 1910 yılında Astopova İstasyonunda vefat eder.
Tolstoyun itiraflarını okuyunca Müslüman bir insan olarak inanın dehşete kapıldım. Onun sürdüğü bu ömür benim için gerçekten dehşet verici bir olay olarak hafızamda kalacak..
İnanıyorum ki insanın manevî huzuru olmayınca dünyanın en zengin insanı da olsa, elindeki imkanların da hiç bir kıymet-i harbiyesi olmuyor imiş
Ne diyelim?
Allah cümlemize önce sağlık, sonra da iman nasip etsin.
Ötesi boş!
Kalın sağlıcakla..