ÜTOPYA
Doğru bir çizgiden düşmeden ilerlerken, doğruları elinden düşürmemeyi
düşünürken geçiyor yolculuklar. Tren yollarındaki ray çizgileri ile rayında
rayında gitmeyen yol çizgileri kesişiyor. Umutlar ve hayaller birbirine
karışıyor. Pirincin taşları gibi ayıklanmıyor olaylar. Kolay olmuyor.
Ayırmak, kendini olanın bitenin hıncından korumak. Hiç kolay olmuyor.
Dağları aşmak için de çıksan yola, denizlere karşı yüzsen, ufuk çizgisini de
görsen olmayan sonlara varamıyorsun.
Kendine kendince yazdığın metinler, çarşıya uymayan hesap cetvelleri
gibi bozuluyor. Hiç yıkılmayacak bir doğru duvarım ben diyorsun. En
küçük şiddetinde depremin tuğlaları tekrar örüyor oluyorsun.
Öyle bir zamandan bahsedebilir misiniz bana? Zaman ellerinizde
kaymadan güller ve gülistanlarla çevrelenmiş. Dokunulmazluklar
belirlenmiş. Hadsizlikler hükümsüzleşmiş. Yoksunluklar temizleşmiş.
Aşkların vaadettiği gül bahçeleri güncellenmiş. Çepeçevre gülen yüzler,
ağaçların sevincinin, kuşların şarkılarının doldurduğu sokaklar. El ele
gezenlerin parmaklarından yansıyan gün ışığı, yağmurun toprağı
bereketlendirirken yaydığı koku. Evlerin camlarından taşan mutluluk.
Gerçekten aşkı tarif etmek için yola çıkan yazanlar topluluğu. Hayata
nasıl dokunması gerektiğini bilen ellerle dolu dünya.
Dünyayı dolduran huzur korosu.
Soru sormayı öğrenmeden olmuyor işte bunlar. Cevapları aramadan
kurulmuyor hayat yeniden.
Neden soru sormalıyız ki?
Haklı çıkmak için mi? Cevap bulmak için mi? Cevap bulamayıp
gülmek için mi? Az seçenekli hayatlarımıza sunulan çoktan seçmeli
sınavların yarattığı alışkanlıktan mı? Bilinçli ellerin anlamamızı
zorlaştırmak için yarattığı kaosların çıkmazlarından çıkamadığımızdan mı?
Bilinç altında dahi olsa bilmek fiiline olan düşkünlüğümüzden mi?
Meraktan mı? Sebebi ne olursa olsun sonucunda bize katılabilecek tek bir
cümle bile anlamlıdır. Dünyayı değiştirebilmek için soru sorabilem
özgürlüğü ekmek ve su gibi en temel ihtiyaçlarımızın katığı olmalıdır.
Küçük çocukların toplumsal hayata adapte ettirilmeden önceki
süreçlerinde 'neden ' sorusunu ne kadar çok sorduklarına dikkat ettiniz mi?
Ekmek neden yapılır? Buğdaydan.
Buğday neden yapılır? Tohumdan.
Tohum neden yapılır? Buğdaydan.
Buğday neden yapılır?.....
Cümlelerin ucu hep açık kalır. Çünkü biz cümlelerin sonuna noktaları
hep emin olmadan koymuşuzdur. Çocukların anlamı ve orjini arama
çabaları bilim adamlarınınkinden bile daha konsantredir. Çünkü onlar
kaybedebilecekleri bir itibar edinmemişlerdir henüz.
Hangi topluluğun içinde olursanız olun temel temalarla ilgili soru sorma
özgürlüğünüz sinsice elinizden alınmıştır. Aslında cevap verecek olanın
dudaklarındaki izin anlamını sormadığınız sürece soru sorma hakkınızın
ayrıcalığından mahrum edilemezsiniz.
Ama nerde?
Eğer sorduğunuz soruların evaplarını bilmeniz istenmiyorsa su
getirilecek bin tane dere bulunarak sorunuz sabote edilir ve sonuçsuz
kalırsınız. Bu durumda çocukların arkası bitmeyen sorularında ulaşılan
sonsuzluk kadar uzun bir senaryo yaratır. Sorularım neden yanıtsız kalıyor
acaba? Öğrenmemi istemedikleri konu nedir? Ya da kimler bunun dışında
kalmam gerektiğini düşünüyor? Sorular böylece sinsile yoluyla kabala
tarikatının üyelerinin dünyayı yönetme şekline kadar uzanır. Cevap
bulamayan sistemlerin kendi sonlarına doğru koşar adım ilerlediklerini
görmeleri uzun zaman alır.
Dünyayı değiştirme yolculuğu da hep bu yokuşta yaya kalır.
Peki hep böyle saklanıp sakınacak mıyız?
Olanların üstüne gitmediğimizden kaynaklı kayıplarınızı saydınız mı
hiç? Sessiz kalmaktan haksız, gizli kalmakdan yolsuz olmadınız mı?
Yokuşu çıkmaya başlamadan yorulmadınız mı? Yeterli sebebiniz olduğu
halde amacınıza ulaşmakdan uzak kalmadınız mı benim gibi?
Dikkatli bakın günlük küçük kuru gürültülerin arasında yaşıyoruz
sürekli. Kulaklarınızı dört açın da dinleyin. Düşlediğimiz dünyadan ne
denli uzağız. Olur olmadık yerlerde, kuyruk kavgalarında ya da üç
kuruşluk para üstü çekişmelerinde nefesimizi tüketip bütünü unutmuyor
muyuz? Sakınmamız gerekenlere yakın, kotarmamız gerekenlerden uzak
durmuyor muyuz?
Aslında deneysizlikden (ilksizlikden) ve ilkesizlikden sakınmalıyız
kendimizi. Ortalama bir ömrün yarısından fazladır soru soruyorum ben.
Gerekli gereksiz, yerli yersiz. Hala gülleri gülistan eyleyemedim. Raylarla
yolları eşleyemedim. Bir aşkı sonsuzuma işleyebildim bir de oğul verdi
hayat bana ödül olarak. Daha ne olsun diyebilirsiniz. Bulupda bunamak da
olabilir söylediklerim.
Ben ecele faydası olmayan korkularımızın zırhlarına sığındığımızı
görüyorum. Felsefesi incir çekirdeğini doldurmaz olmuş hayatlarımızın.
Büyük düşlemenin büyüsünden mahrum kalmışız. Komşu iki kenarın
karelerini toplamayı unutmuşuz. Hipotenüsümüz hesapsız kalmış. Sıraya
girenlerin başlarına emme basma tulumbalar yerleşmiş. Sıra dışı olanlarda
ellerindeki cebapsız sorularla sallanmaktalar.
Sakınmakdan suskunluklar edinmişiz. Şaşırmakdan sakınmışız.
Hayatdan sakınmışız kendimizi. Yorulmakdan ve yoğrulmakdan
sakınmışız. Düşmanlığın ve kurallarına karışamadığımzı kavgaların
ortasında bulmuşuz kendimizi. Yarısında kaçıp gitmişiz. Dünle yaşayıp
yarınla boğuşmuşuz. Güneşle uyanıp günle gülümseyememişiz. Kalabalığa
karışalım derken kalabalıkda karışmışız. Düşmekden sakınmışız kendimizi
düşünememekden değil. Gemliği görünce şaşırmakdan sakınmışız, gemliği
görememekden değil. Sevgisizliklerden almışız nasiplerimizi. Sevememiş,
dokunamamışız ki Dünyayı değiştiremiyoruz. Gözyaşımızdan sakınmışız
kendimizi, yaşlanmakdan sakınmışız. Yaşayamamışız.
Gidişlere dur diyecek nutuklar yazmamışız. Sistemi çoğaltan güdümlü,
torpilli kitaplar okumuşuz.
Hayatın bir yolculuk olduğunu unutmuşuz.
Bir devri daime hapsolmuşuz.
Bütün yazdıklarım beni bu yolculuğa çıkarıyor.
Her cümlem bir ütopyanın habercisi.
Ya ben bir ütopyanın neferiyim,
ya da olmalı, olacak, istiyorum...
14/02/2010