Mevlevî uzatmış elini dervişin gönlüne. Derviş uzatmış elini Mevlevî’nin gönlüne. Dinlemişler bir süre birbirlerini. Sonra bakışmışlar…
Mevlevî yanmış, derviş erimiş. Kız Kulesi’nin denizine karışmış. Bir aşkgözlü kuş gelmiş -ki bu kuşun gözü altınla toprağı aşıp varmıştır aşka-, denizden balık tutmuş. Balığın pullarına takılan dervişle Mevlevî gökyüzüne ulaşmış. Kuş uçmuş, aşk taşmış; kuş uçmuş; aşk serpilmiş; kuş uçmuş âşıklar birbirlerinden uzak diyarlara düşmüş. Yine ayrı gayrı, yine yan yana. Derviş Mevlevî’nin gönlünde, Mevlevî dervişin. Aşk gönüllerde yaşamış durmuş. Yağmur o günden sonra bir ağlamış, bir susmuş.
Kuş uçmuş, uçmuş, uçarken, kanadının solunu Konya’ya karşı silkmiş; sağını Kıbrıs’a. Önce batının sesi Afrodit dile gelmiş batık yüreğiyle, sonra doğunun sesi Mevlâna yanık gönlüyle. Afrodit de duymuş bu aşkı, Mevlâna da. Her ikisi de farklı dünyalarda, farklı diyarlarda. Buluşmuşlar bu garip masalda. Kurmuşlar bir masa Akdeniz’in ortasına. Başlamışlar konuşmaya:
-Aşk, inadına aşk olmalı değil mi dost?
-Aşk, ne olursa olsun aşk olmalı, öyle dost.
-Aşk, beşerden akar bedene değil mi dost?
-Aşk, bedenden akar gönle, öyle dost.
-Aşk, yaşamalı sonsuza değil mi dost?
-Aşk, var olmalı sonsuza, öyle dost.
Mevlâna ile Afrodit’i dinlemiş bir müddet, sonra toplantı yapmış onlar gibi gökyüzü, yeryüzü, deniz ve toprak. Aşkın sesini dinlemişler kendilerini unutarak. Ardından “Neden aşklar ulaşılmaz, neden hep bu ayrılık? Bitmeli bu cefâ! Âşıklar kavuşmalı artık!” diye bir sessiz çığlık duyulmuş.
Sonunda hak vermişler aşka kendini feda eden bu iki kişiye. Ulaşmışlar aşkgözlü kuşa:
Dile gelmiş gökyüzü: “Gökyüzüm karanlık kaldı, kurtar onları!”
Dile gelmiş yeryüzü: “Yeryüzüm ışıksız kaldı, kurtar onları!!”
Dile gelmiş deniz: “Denizim kurak kaldı, kurtar onları!”
Dile gelmiş toprak: “Toprağım cansız kaldı, kurtar onları!”
Dile gelmiş tüm dünya, başlamış ağlamaya. Bu sırada Mevlâna ile Afrodit tutmuşlar yolu kuzeybatıya, varmışlar İstanbul’a. Bulmuşlar onlar da düşünceyle uçan aşkgözlü kuşu. Anlatmışlar olanı:
-Akdeniz dile geldi, Ege’yi delip geçti, Karadeniz karalar bağladı ey aşkgözlü!
-Tuz Gölü tuzsuz, Van Gölü kurak kaldı. Bu aşka sensin çare ey aşkgözlü!
Aşk dilenilir bazen, kazanılır sonra. Afrodit’le Mevlâna ağlamış. Çile çekmiş, yer, gök, deniz, toprak. Aşkgözlü kuş sonunda katılmış aralarına hicranı unutarak. Başlamış atmaya ayrılığı uçarak. Kuş uçmuş, aşk doğmuş; kuş uçmuş; aşk uyanmış; kuş uçmuş; dervişle Mevlevî uykuya dalmış. Yine buluşmuşlar gizli bir rüyada:
-bir Mevlevî ağlıyor yollarda
yıldızlarla yürüyerek
kim bilir sen nasılsın yıldızlar altında
-Yorgun ve çaresiz
Gözlerim seni arıyor ama nafile
Kapı çalacak gibi şu an
Karşımda seni bulacakmışım gibi ama yalan
Bir nefes alış var derinde
Bir hüzünlü özlem gözlerde...
-yüzün nereye dönük bilemem ey sevgili
ama yüreğim yüreğine dönük bunu bil
-Bildim
Ve öğrendim bildiğim vakit
“Sır aşikârdır oysa
Sır söylenmez“
-sırrın bende
ruhum seninle
ruhum ellerinde
emrinde
-Emretmez yürek yüreğe
Ancak aşk rica eder sessizce
İster ver, ister verme...
-ben bende değilim
kaybolmuş varlığım senle
kaybettim kendimi sende
rican da başım üstüne
emrin de...
-Ve ben
Kendini bulasın diye açıyorum kapıları sonuna kadar
Işık kör eyleyecek önce gözlerini
Sonra açacak gönül gözünü
Göreceksin
Işığın ardındaki gerçeği
Ben; kapıyı açan ışığa,
Sen; kapının tokmağına usulca dokunan
Dokundu ve geçti diyeceğim
Bakıp gülümsersin belki, bekleyeceğim...
-ben bu yola baş koydum
ne ateşler, ne kör eden ışıklar
beni aşkın yakar, kör eder
gayrısı yalan
ve açmasan da, bu can
kapında yıllarca bekler inan.
-Kapılar açık
Yapraklar saçılmış, dökük
Yeşerecek belki dallar
Bilmem bu sürer mi bir ya da bin anlık...
-her anın güzel ey sevgili
her anın hayranlık dolu
zaman mı sorulur âşıktan
onun için bir ile bin fark eder mi?
-Baharın kokusu var etrafta
Yeni bir gün var taze taze otağda
Bir aşk, bir sevi düşürmez mi bu bağa
Tek sandığımız Yaradanım da...
-kurban olurum ben o Yaradana
seni yarattığı an'a, zamana
bir aşk düşürdü ki yüreğe
ne beden bıraktı, ne ruh yanmaktan!...
Dervişle Mevlevî ağlaşadursun, biz gelelim aşkgözlü kuşa. Kuş uçmuş, kanadının solunu Konya’ya karşı silkmiş; kanadının sağını Kıbrıs’a. Önce Afrodit gülümsemiş, sonra Mevlâna.
Aşkgözlü kuş giderken düşürmüş son bir mısra:
-Sözler tükenir aşk bakî kalır
Yolcu gider kalan kalır
Aşkgözlü gider, ayrılık biter
Aşkla kalır gönül gözlüler.
Uyanmış derin bir uykudan dervişle Mevlevî. Bakmışlar ki, Kız Kulesi’nin karşısında yosun tutmuş gönüllerine değen elleri. Sonra bakmışlar baş uçlarına; Mevlâna ile Afrodit gülümseyerek duruyormuş karşılarında.
İşte o an uyanmış uyuyanlar usulca. Mevlâna’nın gönlü değmiş aşka. Aşk temizlenmiş, nurlaşmış. Afrodit’in eli değmiş sonra; aşk güzelleşmiş, kutsanmış. Dervişle Mevlevî derin bir huşu içinde sarılmışlar birbirlerine. Herkes giderken mekânına, dervişle Mevlevî kalmış aşkını kutsamaya İstanbul’da.
İşte aşk vuslatı istemiş ve gerçekmiş, rüya olan gerçeğe taşmış; gerçekler rüya olup kalmış. Gönüller bir olunca ayrılık denizin dibinde uykuya dalmış.
Kuşun ağzından üç elma düşmüş, birini dervişle Mevlevî yemiş; birini Mevlana ile Afrodit paylaşmış; diğerini ise yer, gök, deniz ve toprak bu masalı yaşayanlara armağan etmiş.
Herkes sağlıcakla kalmış …