Alevilik İslam'ın Dışındadır..!

İslamcı düşüncenin, Aleviliği, İslam’ın dışında sapkın bir inanç biçimi olarak değerlendirmesi Aleviler açısından önemli midir? Dinsel aidiyet olarak İslam vazgeçilmez bir hissiyat mıdır? Bu makalede bahsedilen soruya yanıt verilmeye çalışılacaktır. Ve yanıtı hemen zikretmek gerekirse, İslamcı düşüncenin Aleviliği nasıl konumlandırdığı önemli olmadığı gibi, Aleviliğin, İslam’ın dışında kendine özgü (sui generis) bir inanç biçimi olduğu iddia edilecektir.

yazı resimYZ

Aleviliğin, İslam’ın neresinde olduğu öteden beri tartışıla gelen bir husustur. Özellikle İslamcı kesim, Alevi inancının İslam’ın temel kaidelerine karşı kayıtsızlığından ve Alevilerin bireysel olarak İslam’ın şartlarını yerine getirmemesinden hareketle Aleviliğin İslam’da yeri olmadığını iddia ederler. Hatta bu iddia, Aleviler dışında, kendilerini Müslüman olarak tanımlayan tüm toplum kesimleri tarafından da rağbet görür. Cemevi’nin meşru ibadethane olmadığı savıyla, Alevilerin ibadet yapmadığını dolayısıyla tamamen yanlış bir yolda daha doğrusu İslam’ın dışında olduğundan dem vururlar. Aleviliğin İslam’ın bir çeşit yorumu olduğu şeklindeki iddiayı da temelsiz olarak nitelerler. Aleviliğin tamamen Anadolu’ya özgü, bu coğrafyada yetişmiş düşünürlerden etkilenmiş daha doğrusu felsefesini bu temeller üzerine kurmuş bir inanç biçimi olduğu gerçeğini de kabul etmezler. Bu düşüncenin sorunlu olduğunu dışlayıcı, ötekileştirici ve hatta faşizan bir tavır olduğunu vurgulamak gerekir.

Yüzyıllardır İslami inanç biçiminin biçimselliğinin öne çıkması, Kuran’ın okunup anlaşılacak bir metin değil de sadece inanılacak kutsal bir belge olarak algılanması, herhangi bir yorumun dinden çıkma ile eşdeğer görülmesi gibi etkenler İslamcı düşüncenin Aleviliği anlamasının önündeki en önemli engellerdir. İslamcı düşüncenin özü itibariyle dogmatik boyutu, rasyonaliteyi öne çıkaran Aleviliği anlamasına olanak vermemektedir. Alevilikte akılcılık ve hümanizm ön plana çıktığı halde, İslamcı ideolojide dogmatizm ve kendinden olmayana kuşkuyla, şüpheyle ve hatta düşmanca bakış ön plana çıkar.

İslamcı düşüncenin, Aleviliği, İslam’ın dışında sapkın bir inanç biçimi olarak değerlendirmesi Aleviler açısından önemli midir? Dinsel aidiyet olarak İslam vazgeçilmez bir hissiyat mıdır? Bu makalede bahsedilen soruya yanıt verilmeye çalışılacaktır. Ve yanıtı hemen zikretmek gerekirse, İslamcı düşüncenin Aleviliği nasıl konumlandırdığı önemli olmadığı gibi, Aleviliğin, İslam’ın dışında kendine özgü (sui generis) bir inanç biçimi olduğu iddia edilecektir.

Sünni İslam düşüncesine göre, Alevilik mezhep olamayacağı gibi, inancın pratiğe yansıtılması anlamında da İslam inancıyla alakası yoktur. Bu durumun böyle olmadığını savlamak yanlış olacaktır. Fakat inançsal bir konuda yakarının, inanılan, kutsiyet atfedilen “şey” e ulaşmanın tek bir yolu olduğu düşüncesi Ortodoks bir yaklaşımdır. Aleviler arasında da İslam ile olan bağlantının zayıflığı konusuna itiraz gelecektir. Buna mukabil gerçekten Aleviliği somut olarak yaşamında uygulayan birey kastedilen anlamıyla İslam’a uzaktır. Ama kendisini tam olarak İslam inancıyla bağdaştırıyorsa ve gereklerini yerine getiriyorsa o zaman Aleviliği tartışılır hale gelecektir. Zira İslamcı ya da en azından Sünni bir bireyin din ile olan ilişkisi ya da dini algılayış biçimi, Alevi birey ile taban tabana zıt olduğu gibi Alevi bireyin bireysel ve toplumsal yaşamında dinin hemen hemen hiçbir rolü yoktur desek yeridir. Aleviler, İslam’ın biçimsel şartlarını yerine getirmedikleri gibi ladini (dini olmayan) bir yaşam biçimine sahiptirler. Bu anlamda Alevilerin İslam dinine mensup(nasiplenmiş) sayılmamaları, onlar açısından hiçbir manevi boşluk yaratmayacaktır. Bilakis Aleviliğin İslam’dan ayrı bir inanç ve bilinç biçimi olarak tahayyül edilmesi, Aleviliği daha da özgürleştireceği gibi, asimilasyonun önüne de geçilebilecektir.

Alevi toplumunun büyük çoğunluğunun Sünni İslam tarafından Müslüman sayılmaması hayıflanmayı gerektirmekten ziyade, iki toplum arasındaki farkların tebarüz ettirilmesi açısından da önemlidir. Türkiye toplumunun ortak bileşeni, aidiyeti olarak sunulan “yüzde doksan dokuzu Müslüman” şeklindeki faraziyenin de açıkça temelsiz olduğu vurgulanmalıdır. Yüzde doksan dokuzu din kardeşi olarak görülen toplumda insanların bir kesiminin diğer bir kesimini inançlarından dolayı vahşice katletmesi din kardeşliği tezinin iflasının ispatıdır. Kabul etmek gerekir ki, Türkiye toplumunda etnik azınlıklar olduğu gibi, kendilerini öncelikle Müslüman değil Alevi olarak tanımlayan çok önemli bir inançsal kesim mevcuttur. Ve bu kesimin inancını serbestçe yaşamasına, örgütlenmesine, tanımlamasına karşı sürekli olarak karşı çıkmak eşit yurttaş tanımının önündeki en önemli engellerden biridir. Alevilik bu toplumun gerçeğidir.

Alevililiğin diğer bir özelliği de tamamen yerli bir inanç biçimi olmasıdır. Türkiye’de Sünni İslam, Arap toplumuna özgü İslami inanç ritüellerine sıkı sıkıya bağlıdır. İslam’ın Arap yorumu Türkiye toplumunun somut toplumsal yaşamında ihtiyaçlarına cevap veremediği gibi, yaşayış, düşünüş anlamında da ilerlemeye değil bilakis gerilemeye neden olmuştur. Alevilik ise Sünni İslam’ın aksine, Anadolu toprağına özgü ve bu toprakta yaşamış düşün adamlarının katkılarıyla yeşermiş, bu toplumun ihtiyaçlarına cevap vermiş ve toplumun felsefi- tarihsel birikimlerini içinde barındıran bir inanç biçimidir. Sünni inancına göre İslam’ın beş şartını yerine getirme gereği vardır. Oysa Aleviliğe göre “eline, beline, diline sahip olma” inançlı bir insan olmanın en temel şartıdır. Ve bu felsefi deyim Hacı Bektaş-ı Veli’ye aittir. Alevilik, inancın gereklerini basit, anlaşılır, somut hayatın somut gereklerine uygun bir biçimde formüle etmiştir. Sünni İslam’da ise Arapçanın okunuşuna, Arap dilinin ilahiliğine olan dogmatik inanç ve İslami ritüeller öne çıkar. Alevilik Anadolu’nun inancı, Sünni İslam ise Arap yarımadasının inancıdır. Bu meyanda Aleviliğin İslam’ın içinde olmadığı gibi tamamen karşı kutbunda yer aldığını iddia etmek de yanlış olmasa gerektir.
29 Haziran 2011

Başa Dön