İran ve Suriye Savaşının Zaferi

Suriye; Yirmi birinci yüzyılın GORDİON düğümü konumundadır. Bu düğümü kim çözerse Kuzey Afrika sahillerinin tamamı ve Maveraünnehire kadar akacak bir siyasal akımın öncüsü olacak.

yazı resim

İkinci Irak-İran Savaşının Sonu veya Suriye Savaşının Zaferi

Belki de çok erken söylenmiş bir cümle olarak algılanacak, olsun. Bazen en son söylenecek söz, başta da söylenebilmeli. Suriyedeki direniş zafere ulaştı. Bu zafer, ne imam Ali'nin (a.s) Cemel Savaşına ne de Sıffın Savaşındaki zaferine benzemeyen başka bir zaferi bünyesinde barındırıyor!

İslam tarihinde Müslümanların kendi aralarında her iki tarafın da hak adına Cemel, Sıffın ve Nehrevan'da İmam Aliye (a.s) karşı o gün kim hangi bahane ile savaştıysa, bugün de Suriyede savaşanlar, İslam İnkılabı liderinin belirlediği direniş hattının ''altın halkası'' olan Suriyeye karşı çıkanlar, aynı bahaneleri ileri sürerek savaştılar.

Yine geriye doğru, pek de uzak sayılmayan zaman diliminde sekiz yıllık Irak-İran Savaşı olmuştu. O günkü savaşta; Saddam'ı, İmam Humeyni önderliğinde gerçekleştirilen İslam inkilabına saldırtan, İsrail-ABD-NATO ve kendi uyduruk islami şeriat devletlerinin tehlikeye girdiğini gören saltanatçı ve Kralcı Arabi kabile iktidarları, 2010da başlayan, ki bu iki kutsal savunma savaşının arasında otuz yıl gibi kısa bir süre geçmesine rağmen, sözde islami alim ve aydınlar, gereken dersi çıkartamamış veya menfaatlerini ön planda tutmuş olacaklar ki Suriyede de aynı hatayı tekrar ettiler. Onlar şunu çok iyi bilmeliydiler ki İslami inkılabı ve Hizbullahi Direniş otuz yıl önceki gibi değildir.

Suriyedeki vekalet savaşında Hizbullahi direnişin kendi öz gücü ve onurlu mücadelesiyle zaferini tarihe yazdırdı. Bu savaş emperyalistlerin toplu saldırılarına karşı verilen bir mücadelenin zaferidir. Hatta Suriyenin kurtuluş savaşıdır dersek yeridir.

Harıtlayalım İsrail ve Batı adına vekaleten başlatılan Suriye savaşında en ön saflarda yer alan Türkiye Dış İşleri Bakanı Davutoğlu olmuştu. Davutoğlu, Ankarada yaptığı bir konuşmasında Büyük Osmanlı İmparatorluğu özlemi içinde savaşın ilk ikinci ayında pek rahatlıkla şunları söyleyebiliyordu :Biz Ortadoğudaki değişimin öncüsüyüz. Ortadoğudaki değişimin nasıl olacağını biz belirliyoruz. Türkiye Ortadoğuda da dünyada da oyun kurucu bir ülkedir.

Davutoğlunun ağzından dökülen bu cümlelerin ilham perisi pekala aklı başında her insanın da rahatlıkla bileceği gibi Bayan Clinton yani ABD ve dolayısı ile İsraildi!

Davutoğlu, ABD diktatörlüğünü, demokrasi havarisi örtüsüne büründürerek Suriyede değişim ve dönüşümün gönüllü askerliğine soyundura dursun, gerçekte İsrail'in Hizbullah karşısında Temmuz 2006 yenilgisini telafi etmek için Suriyenin cezalandırlması gerektiğini çok iyi bilen direnişin ön cephe komutanlarından Hizbullah Lideri Seyyid Hasan Nasrullah ise Suriye ile ilgili bir konuşmasında ''Bizim var oluşumuz da, yok oluşumuz da komşumuzla beraberdir. Şimdi bin savaşçımız Suriye'de varsa, yarın iki bin olacaktır, yarın iki bin savaşçımız komşumuzla omuz omuza savaşıyorsa öbür gün beş bin olacaktır, sonraki günlerde on bin ve bütün Hizbullah savaşçıları Esad'ın ve Suriye halkının yanında kanıyla, canıyla, onuruyla namusuyla şehadeti tadacaktır'' diyordu. İşte bu varoluşa İsrailden çok Türk Politikacıları tahammül edememiş olacak ki kimi zevat; Hizbullah'a, Hizbuşşeytan deme küstahlığında bile bulunabilecekti.

Suriye savaşı dolayısı ile iki yıl önceki bir röportajda ...Suriye; Yirmi birinci yüzyılın GORDİON düğümü konumundadır. Bu düğümü kim çözerse Kuzey Afrika sahillerinin tamamı ve Maveraünnehire kadar akacak bir siyasal akımın öncüsü olacak. Türkiyenin, Neo-Osmanlı akımı ile İslamın ana akımını temsil eden, direnişin öncü kuvvetleri de bu hatta ısrarla zafer arıyor ve daha ısrarcı davranıyor. Direnişin bu hattaki ısrarcılığı İsrailin varlığına büyük bir tehdittir. İsrailin varoluşu veya varlığını sürdürmesi, Neo-Osmanlı akımın zaferine bağlıdır. Şayet Neo-Osmanlı akımı zafere ulaşırsa, İsrail; böylece Batı, bu bölgedeki varlığını bir müddet daha devam ettirebilir. Ortadoğudaki ve Kuzey Afrikadaki siyasal islam fay hatlarının harekete geçmesinde bu etken ciddi bir pay oluşturuyor. Bunun için büyük kahinlerin (ADB-İsrail-İngiltere) isteği ile Neo-Osmanlı projesini üstlenenler, büyük tablonun hatırına bölgede oluşabilecek ikinci özerk bir Kürdistana yeşil ışık da yakabilirler. İktidarın bu tabloyu görmemesi düşünülemez!.. demiştim.

Tam da Suriyenin zaferinin belirginleştiği ve bundan dolayı uzunca bir süreden beri ertelenen Demokratik İslam Kongresinde röportajda söylediğim cümlenin son satırlarını yeniden hatırladım. Suriyede direnişin akıbetinin kesin yenilgiye uğrayacağını ilan eden Türk politikacılarının, ''Şamda Emevi camii'nde namaz kılmak'' arzuları veya ''üç saatte Şam'a varıp Suriye hükümetini yıkmak'' istekleri kıyamete kadar ertelense de...

Irak-İran savaşında Batı'dan (en az on yedi ülke) gönderilen modern savaş silahların yanı sıra kimyasal ve biyolojik silahlarla da donatılan Saddam, Cezayir anlaşmasını tanımadığını ilan ederek verdiği demeci yarıda kesip devamını bir hafta sonra Tahranda vermeyi düşünürken, bundan otuz bir yıl sonra bölgenin II. Yavuzu olma hevesine kapılmış zevat da, nutuklarında bu meyanda bir şeyler terennüm ederken demek tarihten ders almayı bilememişti. Öyleki Gazzede ''masum bebelerden mamayı esirgeyen Siyonist İsraili Suriyedeki vekalet savaşının sözde mücahitlerini hiçbir karşılık beklemeden tedavi ediyorlardı(!?)'' İstekler ve arzular ilahi çizgide olmayınca Firavun da olsa yalnız başına bırakıldığı sanılan Musaya yenik düşer.

Çok iyi biliyoruz ki batı ve batıya endeksli bölge iktidarlarının, İslam İnkilabından sonra İslam dünyasında ikinci kırılma noktası, Suriyedeki vekalet savaşında aldığı ağır darbedir ki bu yenilginin asıl ve esaslı darbesi Siyonizmin beynine indirilmiştir.

Buradan hareketle, Diyarbakırda yapılan Demokratik İslam Kongresine dönecek olursak: Gideceği istikameti bilen bir kervana, sonradan katılmak isteyenler, kevancıbaşının iziniyle kervana tabi olursa, ancak o zaman o kervanın bir parçası kabul edilir. Bu bağlamda İslam dünyasının, uyanmış ve direnişci islam cephesi kervanına katılmak isteyenler de böyledir!

Tarih bize kölelerin özgürlük bahşettiğini göstermemiş, bir farkla ki kendi inacının ve halkının gücüne dayanarak özgürlüğünü elde etmiş olabilsin. Bu durumda kimi oluşumlar, ''Kültürel İslamı'' gündeme alacak kadar siyasi bir eblehlik göstermeden önce liderlikte değerler manzumesi, hiçbir kuruma bağlanamayacak kadar bağımsız, hiçbir güçten korkmayacak kadar Muvahhid, hiçbir ırka indirgenmeyecek kadar kapsayıcı, hiçbir yabancı sistemden beslenmeyecek kadar bilgelik barındırmalıdır. Liderin taşıdığı değer hiçbir kurumun boyunduruğuna girmeyecek kadar ulvi, hiçbir güce yalakalık yapmayacak kadar nezih, hiçbir maddi varlığa tevessül etmeyecek kadar sade, hiçbir beşeri sistemle barışmayacak kadar katkısız olmalıdır!

Suriyede işlenen cinayetlerin bir benzeri de tarihte Kufede İbn-i Zubeyr oğlu Abdullah tarafından işlenmişti. Sahabe Zubeyr(!)'in torunu Musab, yedibin suçsuz müslümanın boynunu, Ali'nin Adaletine olan iştiyaklarından dolayı bir günde vurdurmuştu. Boyunları vurulan bu mü'minlerin tek suçu, Ehl-i Beyti sevmek ve onların adalet anlayışını kendi vatanlarında tesis etmekti. Demem o ki başta müslüman Kürtler ve bu bölgenin aziz İslam toplumları; kimlerin, sözde ''Demokratik İslam'' örtüsü altında ne hinlikler düşündüğünü çok iyi bilir, görür ve bu oyuna gelmezler.

Sosyalist Alevilere de birkaç cümle söylemeyi bir gereksinim gördüm. O da şu ki:
ne İmam Ali(a.s) ne Huseyn(a.s) ve ne de diğer İmamlarımız(a.s), Sosyalist değillerdi. Sosyalistler, İmamların değerlerini alıp, Alevilere kendi değerleriymiş gibi pazarladılar. Aleviler de Alisini, ve Hüseyin'ini tanımadıkları için bu kumpasa düştüler. Bu cümleye tarihini bilmeyen Kürt Müslüman milletini de dahil ediyorum.
Son olarak: '' Sırat-el Mustakiym, Velayet-i Fakih'in yoludur.'' Bu yol Adem ile birlikte başlayan bir yoldur.

Ve Zafer! Adem evlatlarının Kerimlerine vaad edilmiş ilahi bir müjdedir.

Wesselam

Muhammed CAN

Frankfurt

Başa Dön