Merak ediyorum, bir tek ben miyim acaba, aradığı şeyi elini attığı ilk cepte bulamayan? Bulduğu değersiz, ararken kendini kaybetmiş, düşüncelerin kuytusunda, aradığı olgunun, aradığı mutluluğun bile gerçekliğinden şüphelenen bir tek ben miyim acaba merak ediyorum. Sanmayın büyük beklentilerim var hayattan, sanmayın nehrin akışını değiştirmek, tatlı su balığını denizde yetiştirmek istiyorum. Sanmayın pahalı endişelerin peşinden koşuşturan bencil, egoist, cimri hayallere sahibim, sanmayın doyumsuzluğun sınırlarındaki tellere takılıyorum. Hayal kırıklıkları içinde savrulan günlerden sadece demli bir nefesin ve sıcak bir tebessümün getireceği masumluğun huzurunu istiyorum. Bir arayış bir beklenti; sorgusuzca çekip giden hayırsız zamana, kaybolmuşluğun cesaretine sığınan verilen sözlere inat bütün gerçekliği ile yaşayan, terk etmeyen duyguların güvenilir yağmurlarında ıslanmak istiyorum…
Belki de çok şey istiyorum zamanın acımasızlığından. “Yaş otuz beş yolun yarısı eder” diyen şairin bile bir sene sonra terk ettiği şiirini düşündüğüm zaman aslında beklentilerimin denize yağan bir yağmur damlası kadar kifayetsiz, havasız bir odada ciğerlerindeki nefesin bitmesini bekleyen bir canlı kadar çaresiz kaldığını anlıyorum. Kabullenemiyorum tükenmişliğin çaresizlik kokusunu, ‘‘o küçük serzenişlerin, asıl duyguların üzerine sıvayarak avuttuğu anların geçiştirici huzurunu istemiyorum.’’
Ama unutuyorum bazen şairin terk ettiği şiirinin hikâyesini, yeni yeni şiirler yazıyorum hayata mürekkebimin ucu ucuna yeteceği, yeni yeni değerler veriyorum anlamsızlığıma, duygularımın yetiştiği kadar. Aldırmıyorum kimseye, insanların kabullenmişliğine, doğanın terkedilmişliğine, geçmişin bitkinliğine, geleceğin o pas kokulu beklentisine, aldırmıyorum… Kendi değerlerimle anlam katıyorum hayata, geçmişimin değerleriyle. Etiğin bile modernlik anlamına geldiği zamanın akrebi ile yelkovanı arasındaki farkı göremeyen insanlara kırgınlığımı dile getirmek bile istemiyorum. Düşüncelerimde doğrulanır gibi oluyorum bazen, tam buldum galiba derken kaybettiğimi, aynanın karşına geçtiğim zaman bakamadığım yüzümden anlıyorum. Ve aklıma yalnız kalan şiir geliyor. Terkedilmişliğin şiiri, hayatın şiiri, gerçekliğin şiiri. Yanlış anlamayın ölüm değil benim korkum o zaten aşikâr, benim derdim şair değil terk edilen şiir, umursamıyorum şiirini terk eden şairi. Terk ediyor düşünceler duygularını, geçmişlerini, geleceklerini, nefretlerini, öfkelerini, sevinçlerini, sevdiklerini, sevildiklerini, çocukluklarını ve ne yazık ki en sonunda kendilerini bile terk ediyorlar. Ben ise aldırmıyorum, derinliklerde terkedilmişliğin gerçek öyküsünü sığdaki düz taşların yalan sevdasına tercih ediyorum... Belki de bu yüzden hep kaybeden ben oluyorum… Ama biliyorum ki kaybetmek bana kazanmaktan daha çok şey kazandırıyor.
O kadar çok cebim var ki; ama bir tanesi düşüncelerimi sürekli meşgul eder. ’’Elinde elma şekeri yerken tozpembe dünyasında, saklambaç oynayan çocuğun, çim lekeli pantolonun cebi…
Merak ediyorum, acaba orada hangi terkedilmişliği bulacağım …’’
] ]
Sakız Parası
bir tek ben miyim acaba, aradığı şeyi elini attığı ilk cepte bulamayan? Bulduğu değersiz, ararken kendini kaybetmiş, düşüncelerin kuytusunda, aradığı olgunun, aradığı mutluluğun bile gerçekliğinden şüphelenen bir tek ben miyim acaba merak ediyorum.