Kasımüstü

Annemden öğrenmiştim bu sözcüğü. Hiçbir ay için kullanıldığını da duymadım daha. "Kasımüstü" yol yakınken yani...

yazı resim

Yalan yok ikimiz de sevdik eylülü herkes gibi. Yazılar yazdık adına dair. Ayrılıktı. Sarıydı. Hüzündü. Yalandı be gülüm eylül. Şu kadar ay içinde şu kadar mevsim içinde en yalancıydı. Kuvvetli bir ozan çıkıp anlatmış işte ayrılığını eylülde. Kasımın suçu ne şimdi! Bütün eylüller birbiriyle kafiyeli. Acemi şairler bağırsın dursun. Eylül çığırtkanlığı… Ayların en uzun dillisi…
Oysa hiçbir zaman dilimi, benzimi sarartan kasım kadar sarı değil. Kıyamet alameti bir ahir zaman kasımı yaşıyorum. Bugün yirmi beş kasım. Göçmüşlüğümü dillendiren bu kasım! Kaç yüzyıl sonra döneceksin kim bilir? “Gidiyorum” dediğinde en kaprisli halimle “ne dedin sen bir daha söyle!” Dedim. İşe yarayacakmış gibi bağırıp çağırıp. Şimdi ellerimde kasım patları… Seviyor, sevmiyor, seviyor… Bitiremeyeceğim kasım patının yapraklarını. Elime sinen tuhaf bir kokusu var bu çiçeğin. Ne fesleğen, ne karanfil…
Beni perişan eden kasımın tek suçu uykulara çağırıyor olması. Çalar saatlere inat uyanmıyorum. Üstelik ağlamıyorum da. Ağlarsam yağmurun kimyası bozulur, bu ahenk rezalete döner sonra. Ağlamam. Bu sitemlerin hiçbiri sana değil! Gittin zaten! Kalabalıklara karıştın yol yakınken… İnsanı acının şekillendirdiğinden eminim artık. Ama ağlamam. Yok yok sana demedim ben! Tel örgüye çevirdin sen pusulanı. Bir şekilde aldanırım ben. Kadere küçük harfler düşermiş bazen. Olsun. Yine de yazılmaz mı yazılsa da okunmaz mı? Popüler bir şehir efsanesi olabilecek kadar vardı yaşadığımız. Ne çok sevdim seni. Ama yoksun. Bayılıyorum bazen ve kendi kucağımda ayılıyorum. Yalnızlık işte! Hay Allah! Tamam, tamam sustum bilirim benim hikayenin benzerleri çok geçti buralardan!
Neler neler yapacağım diye düşünüyorum sen yokken. Mesela sokak kedilerine özeneceğim şubatta. Tuzlu, yalnız ağustos sabahlarında geç kalkarım muhtemelen. Yutkunamam, tünele girerim, ürperirim karanlıktan, "neden" derim, yol ortasından yürürüm, küserim… Çilli kayısıların tadı düşer damağıma, olamazsın yanımda. Soğuğun yükü kuytulardayken yine olamazsın. Gittin ya dünyayı yavaş yavaş yüzüme gözüme bulaştırmaya başladım.
Bugün durakta beklerken yaşlı bir amca geldi yanıma. Saati sordu önce canı sıkılmış belli. Dalıverdi sohbete. “Siz buralı mısınız yavrum?” Bıyık altından gülümseyip yanıtlamadım bu soruyu. “Buralı mısınız yavrum?” Bilmem ki buralı mıyım acaba. Diye düşünürken otobüsü kaçırdım. Kötü bir şaka gibiyim bugünlerde. İşe gitmek için bineceğim otobüsler bir yana, memlekete giden şehirlerarası otobüsü kaçırmayı bile becerdim... Ütüyü prize takıp akşama doğru çıkarıyorum. Akşamları demlediğim çayı ocakta unutup “Aaa… Kim mısır patlattı acaba gecenin bu vakti?” diyorum. Cüzdanımı diğer montumun cebine koyup, soyuldum diye veryansın edecek kadar da tertipli yaşıyorum hayatı. Etrafımdakilerin bana ettiği küfürleri düşünemiyorum bile. Yok yok sana demedim ben! Gittin sen!
Gözlerimi kapatıyorum yine de güneş giriyor içine. Işığa çağırıyor, güne, gündüze, yaşamın ta kendisine. Vakumlanıyorum sanki. Gece dökülüyorum ama. Akşam iş çıkışı başlıyor hayallerim. Ev dediğim perili kuyunun kapısına uymuyor anahtarlarım. Ayaklarım geri gidiyor kapıdan. Sanki gidecek yerim varmış gibi. Mutfak penceresinden başımı uzatıp yola doğru bakamaz oldum. Tam iş çıkışı geleceksin sanmamak için. Ekmek almak zor geliyor akşamları. “Bir şey eksik mi?” diyen yok. Yorgun iş dönüşleri yalnızım. Kül tablasını bile dökemedim. Sevmediğim sigara kokusu bir yana –çok komik biliyorum ama- çoraplarını kokluyorum.
Yol yakınken gittin sen! Kasım üstü. Bütün eylüllere inat bir gazel tutturuyorum kasıma dair… Ama onun suçu yok. Ne garip! İçinden gözlerim geçen bir fotoğrafa mı döndü yüzün? Yol yakınken gittin. Her şey daha güzel olacak dedin. Yaşanmışların cümlesi güzel seninle ve yaşanmamış cümlelerimiz var daha. Yine de eziliyor içim. Dik yokuşları ellerin olmadan tırmanacak gücüm yok. Ne kadar özleyeceğimi düşünmek şimdiden yoruyor beni.
Utanmadan bir de güçlü ol diyorsun. Köfte parmaklı adamım benim. Git kalabalığın içinde konakla sen! Kalabalığın içinde. Gözlerini burada bırakmamış ol lütfen. Bir hayvan zincire vurulur hani. Dönüp baktığında köşeye pusmuş bulursun. Öylece beklerim seni.
Bir kedi gibi arsız gittin madem kasım üstü,
ansızın dön o zaman bir kış akşamında…

Başa Dön