Ve dört duvar arası sinik bir yalnızlık türküsü söyler oldum. Ağır çöktü içime gece… Anlamsız sözcükler esiri olurken soyutlamalar içinde, bir hece tüttü durdu dumanını savura savura içime…
Soğuk bir ürperti omuzlarımdan bütün vücuduma yayılan. Okyanus mavisi gecenin içindeyim. Hoyrat bir yokluğun bekçisiyim gece çağlarken saliseden saniyeye. Ve özlemlerim özlemede kendini nicedir yoklar diye…
Yoksulluğun mor sancılı akşamlarının vurduğu sokaklardan dolanarak geldi gece. Ağır çöktü içime. Gölge olmak için verebilirdim sahip olduğum ne varsa o anda. Eski günlük defterler atılı sağda solda. Ve mutsuzluk sol yanımda, kırılmışlık sağımda…
Parçalanmışlığın öznesi benim şimdi. Gece yarısı olmuş, uykuda bir başkent. Ürpertilerin donukluğu kanımı da donduran. Sahte bir gülümseyişin göze batışı gibi. Bir yokluk, bir yokluk daha, derken yeni bir tane. Yokluk ne kadar çok var oluyor odanın kahverengi parkelerinde…
Bir el uzansa metruk teknenin terkedilmişliğinden. Rüyalar gerçeğe dönse ve kaplansa huzurla yer yüzü. Kanım yavaş yavaş donuyor bedenimde. Damarlarım bir bir kesilip atılıyor gibi. Avaz avaz sancıyor gece, haykırışlar artıyor, kimseler duymuyor…
Ömür boyuların bilinmezliği. Şafak sökerkenki bir martı çırpınışı, bir hüznün mutsuz gülümseyişi balıkçı sandalı içindeki ağlarda. Ben ve kendim. Gece nöbetleri, dünya sonu gel-gitleri. Depresif gecenin iflah olmaz çekiciliği…
Uyku… Huzur ve boşvermişlik. Özledim hepinizi…
İnancım içimde,
Sana geliyorum yine,
Ağır çöktü içime gece…