Bir mesaj gelir. Sen gerçekten sevmeyi bilmiyorsun. Senin Allah belanı versin. Diye.
Sevilmediğini sanıp üstüne üstlük suçlu arıyordu belli ki Bencil, umursamaz, sorumluluk almaz sanıyordu karşısındakini fakat o da diğerleri gibi yanılıyordu. Çünkü suçladığı ve belki de o anki sinirle ölmesini dahi istediği kişi, yaşanılabilecek tüm senaryoları çoktan hissediyor, yaşıyor ve de biliyordu.
O güzeller güzeli kadın ise; bu satırların kahramanı ile sırf kendi çok mutlu olduğu için, bu yaşanılanlar da hep onun konfor alanında, sessiz gemi tadında devam etsin istiyordu. Nitekim bu düşünceden dolayı kahramanımız da; ne kadar mutlu olursa olsun, onunla bir gelecek olamayacağını anlamış, konuyu hiç uzatmadan kapatmayı tercih etmişti. Çünkü tecrübeliydi. Konfor alanında olanların tekrar tekrar yaşanması, beraberinde sıradanlaşma, daha sonrasında ise şüphesiz ki ayrılığı getirecekti. Hiç kusura bakılmasın, gerçekten aşkın olmaması da bu işin nihai gerçeğiydi.
Dolayısıyla; belki biraz mutluluk uğruna bile yanmaya hazır dahi olan kahramanımız; niye onu daha sonraları üzebileceğini öncesinden fark edip, bu yüzden de, en başta üzüp, ona gerçekten zamanın kısıtlı olduğu şu yaşamda, daha mutlu olabileceği başka biriyle olabilme şansı yaratmasın ki? Bu kadar ince düşünmek, bu kadar fedakar olabilmek, belki de bu kadar acının üstesinden rahatlıkla kalkabilir olmak niye bencillik ya da sevmeyi bilmemek olarak algılanıyor ki?
Bir de diğer mesele var tabi.
Ondan kaçamıyordu belli ki Bencil, umursamaz, sorumluluk alınmayan bazı davranışlar yapılıyordu Ona karşı, fakat O nefret kusmuyor aksine izliyordu. Kahramanımız da; ne yaparsa yapsın, Onun bu yüceliği karşısında kendini aciz ve borçlu hissediyordu. Geçmişe şöyle bir baktığında, en iyi zamanlarında, konforu çok şükür ki hiç bozulmadığı gibi, en zor zamanlarında dahi, yine mutluluk, atraksiyon ve alternatif yollar, Onun tarafından kahramanımıza yaratılıyordu.
Sözlerini; farklı zamanlardaki farklı aracıları ile okuduğunda ise, hiçbir şeyin boşuna olmadığını ve her şeyin bir sebebi olduğunu anlıyordu. Mutluluğunu eskisi gibi uçlarda değil tadında yaşamayı öğreniyor, mutsuzluğunda ise kendisinin de aldığı mesaj gibi, hemen Ona isyan etmek yerine biraz daha bu işlerin nedenini anlamak için sabretmesi gerektiğini düşünmeye başlıyordu. Naçizane bir Ademoğlu olarak; kendi yaratılışı, kendi bakış açısı ve de kendi görebilme yeteneği ile bugününe şükreder ve Onun gölgesine de bir adım daha yaklaşırken buluyordu kendini. Toplumun beklediği gibi yaşamadığı aşikardı fakat alimler gibi bu aşkı okuyup, anlayıp ve de sorguladıktan sonra Onu çok sevemeyeceğini kim söylemişti ki? Kimin haddineydi?
Dolayısıyla; kafasında bu kadar düşünceyi ve gelgitleri aynı anda yaşayan kahramanımız, en doğru cevabın Amin yazmak olduğuna karar vererek kaderini ve geleceğini bir kez daha sadece Onun kollarına bırakıyordu. Görülmüştü de Onlar tarafından