Aşk Odası

her dokunuş yeni iklimlere yelken açar tenlerinde. bir adı var mıdır bu hissin? yada herkesin kullandığı o pek klasik ismi yakıştıramazlar mı aralarındaki tılsıma?

yazı resim

Birine ait olmalı ya tüm yazılanlar... her dinlenen şarkının en acı veren en can yakan kısımları uyarlanır birbirinden kopya hayatlara. Böylesine aynıyken yaşananlar, ve asırlardır hatta binyıllardır aynı şeyleri tekrar tekrar yazıp okuyup dinleyip dururken insanoğlu nasıl en özel gelebilir karşıdaki. Sımsıcak, karamel tadında bir sürü sıfatlar gelir insanın aklına… en acı sözleri de sevgili için sıralamanın zevk veren acısı doğar oralarda bir yerlerde. O oralar öyle yerlerdir ki binlerce kelebek çırpınır kanatlarına sürünen esintiyle.

Her dokunuş yeni iklimlere yelken açar tenlerinde. Bir adı var mıdır bu hissin? Yada herkesin kullandığı o pek klasik ismi yakıştıramazlar mı aralarındaki tılsıma? yorgun sabahlara uyanmak her sabah nasıl bir mutluluk salar içlerine. Kirletemez, iz bırakamaz hiçbir dış etken resimlerde. Bir resim ki uçsuz bucaksız bir manzaranın tek ögesi ‘o’. ‘O’ denildiğinde de fazla genelleştirmek olmaz mı; böylesine ‘özel’ken…

Pencere önünde yapılan bir Pazar kahvaltısının içtenliğiyle başlar aşk. Kızarmış ekmek kokularıyla perçinlenir en çiçeği burnunda anılar. Oysa hiç bilinmez mi adına aşk demekle yanlışa sürüklenmeye ilk adım atıldığı. Hep aynı anlar, aynı enstantaneler görülecektir bundan böyle. Rutubetlenecektir her nasılsa içinde yaşadıkları oda. Nefes alamayacaklarıdır ya birisi daha az katlanabilecektir buna. Kaçarcasına değil ama koşarcasına uzaklaşacaktır o odadan. Arda kalan bekleyecektir tekrarlayarak hep şu dönüp dolaşıp bir baltaya sap olamayan tilkinin hikayesini. Ta ki hava alıp geri dönünceye kadar sevgilisi… sonrasında aşk başlayacaktır yeniden elbet. Daha doğrusu tam aşk olmayan ama ona çok benzeyen bir ‘şey’ doğacaktır, arada kalmış. Daha bir hassas olacaktır geri dönen, arda kalan çoktan bencilleşmişken… güçlü olmak bencil olmakla eş tutulacaktır bir süre. Çekingen bir sancıyla ansızın uykusundan uyanacaktır hep odada kalan. Bu kanamayı nasıl fark edememiştir günler boyu? Derin yaralar vardır artık onda. Kapanır mı tüm bu sıyrıklar? Pişmanlıkla bileşmiş vicdan azabı titretir gidip döneni. Bir akşamüstü elinde yara bantlarıyla çıkıp gelir sevdiğinin(!) karşısına. O yara bantları ki verilebilecek en güzel hediyedir acı çekene. Yorulmasın diye düşünür dönen, tek tek kendi bantlar sevgilisinin yaralarını. Hiç kolaya kaçmak gibi gelmez bu ona? Bu kadar kolaydır işte kanamayı dindirmek. Oysa bilinmez ki kalan ize her bakıldığında daha uzaktan ama daha can yakıcı bir şekilde sızlayacaktır geride kalan.

Aslında her şeyden üstün bir düşman edinilmiştir bile en başından. Bizim daha tanımını bile yapamamamıza rağmen bir de utanmadan isim verdiğimiz ‘şey’, alt etmeyi bilecektir her nasılsa. ‘ZAMAN’… Çok savunmasız yakalayacaktır ne yazık ki… ne kızarmış ekmek kokusu, ne de yara bantları koşmayacaktır imdatlarına. Çok hoyrat davranırsa eğer ‘zaman’, kapanmış hesapları bile su yüzüne çıkarabilecektir. en ağır sözler sarf edilecektir, geri alınması mümkün olmayan. Bile bile sona gelindiğinin, can çekişemeye çalışılacaktır mutlaka. Anlık gidip gelmelere bezenmiş vakitler harcanacaktır; ‘mutlu’(!) son’ un kaçınılmazlığı bilinse bile. İp iyice incelecektir ‘düşman’a orantılı olarak ve kaçarı yok inceldiği yerden kopacaktır. Kopan ipin kuvvetiyle iyice uzağa düşeceklerdir birbirlerinden. Ama güçlü görünmek farz olmuştur artık, hemen toparlanılacak, üstlerini başlarını silkeleyeceklerdir. Biraz da su serpmek istercesine kendi yüreklerine fısıldayacaklardır duyulmaz bir sesle ; ‘hiç yaşanmamış gibi olacak sonunda…’

Başa Dön