Birbirini büyütmek; kök salmak derine; gözlerde yürekleri görmek. Nedir iki yüreği bu kadar yakınlaştıran ya da tanıdık kılan birbirine? Aşk mı, acı mı, amaç mı uğruna adanan?
“İster kilometrelerce uzakta olalım,
ister yanı başımızda,
değişen bir şey olmayacak biliyorum.
Çünkü sen bensin can, ben de sen.
Gözlerinde görmek yüreğimi
ve gözlerimde okuman yüreğini;
aynı aşka baş koymak,
aynı yolu tutmak gidilecek aynı yöne.”
misali önce utangaç sözcüklerin dökülmesi, sonra yerini bakışlara bırakıp, özlemlerin vuslata dokunmak istemesi.
Ellerin kesiştiği anda, uzaktan birbirlerini göstermeyi bırakması. Yangının sarması; yakması ve eritmesi...
“Varsın erisin suretimiz ve gönlümüz..
Varsın hiçleşelim...
Elbet eriyen iki beden
katılaşıp bir beden olarak
hayata dönecektir.
Elbet eriyen iki ruh
tek bir ruh olup yeniden doğacaktır.”
Öyle güzel bir duygu ki aynı aşka baş koymak. Tüm yorgunluklara rağmen oturup beklemek; iş dönüşü aşkla bakışıp sarılmak birbirine; ve sofrada aşa aşk ekip, çaya aşk katıp ruhları doyurmak...
İşte, hayatın anlamı bu olmalı. Hedefi belki de... Çünkü bir beden, bir ruh olduğumuzu düşünürken kök salıyoruz. Çünkü hiçleştiğimizi sanırken, çoğalıyoruz. Çünkü acılar o zaman paylaşılıp azalıyor; hüzünler o zaman okşanıp teselli ediliyor.
Tüm mesele bu: Aynı aşka baş koymak...