Pencereden izliyorum şehri ; biraz ıslanmış gibi ,
duruyor öylece.
Pembemsi ve mazot kokulu şehre ,
sadeliğini soruyorum insanların.
Bu saatte ,
şehre
kanat çırpıyor kuşlar.
Ve ben şehre bakıyorum , aslında daha çok gökyüzüne.
Hala kanat sallıyor kuşlar ‘aşağı , yukarı ‘
Elimi sallıyorum kuşlara ‘sağa , sola ‘
Gece soğuk, şehir de ıslak olunca
yakın yerlere uçuyor kuşlar ;
kiremitlerin karşı çatısına ,
tünüyorlar.
Ben şehre bakıyorum ve daha çok çatılara
yarasalar geliyor aklıma
ardından
Bandini’yi geçiyorum içimden
-Arturo Bandini- diyorum
Ve şehre bakıyorum ama daha çok yıldızlara
‘Bandini , okuyacak ve yazacak birkaç kitabını daha bulabilseydim buralarda ,
sanırım öncelikle okurdum’. diyorum
Şehrin pembemsi rengi eflatun bir hal aldı
ve ben eflatunumsu ve soğuk kokan şehre soruyorum insanların dinginliğini.
Sabah doğmak üzere ,
iri taneleriyle hava durumu ve asmalar çatışma halinde sanırım...
Bir serserinin babası gibi ,
müziği ve dekoru değiştirin diyenler
yataklarından kalkacaklar dik bir şekilde tıpkı
trafik lambaları ve bekçi kulübeleri gibi.
Açık laciverte dönüştü rengi şehrin ;
artık ışığı kapatabilirim.
Ve pencereden baktım yeniden
aslında belediye otobüsleri
hiç de fena fikir değildi ;
şimdi bir yolcu daha binmiştir.
Koyu beyazında sabahın ; soğuk bir mavilik inceden
ve kuşlar kanat çırparsa penceremden görebileceğim mesafeden
umulmadık uçacak kuşların gürültüsü
ardından avucumda kalan bu ekmek içine dökülecek.
Hazırlanacağız hep beraber ;
çay saatleri , ders araları , telefon konuşmaları , film araları ; konsantrasyon eksikliği gibi ...
Ayağına basıyor kuşlar.
ve ayağının altındaki ekmek içi kuşların.
Kırlardan
tek tek koparılan filizler ya da o kır çiçekleri gibi
herhangi birisi de açacak yatağından.
Kedinin kovaladığı yerde
fare , deliğine giremeyecek kadar pişmansa ;
aynı anda sabah kahvaltısından bir yudum daha çay içenler
hepsi tıpkı anlamlar ve karmaşalardaki gibi.
Ve bunlar çağrışımı değil sabahın
figüranları bu yazının,
sadece gerçek olanları anımsatıyorum kağıda.
Şimdi ışıkları ve kırmızı perdeleri yanıyor evlerin ;
akşam doğmak üzere.
Kuşlar , akşamları daha canlı ve yorgun karşılıyor
ve bir çay daha yudumluyorum masamdan.
Evet bu bekçi kulübeleri ve trafik lambalarıydı , hiç uyumayan
ve belediye otobüsleri ,
sanırım bir kişi daha inmiştir
fena fikir olmadığından..
Bu gün dönümü sonunda bir yazı daha yazıyorum içtenlikle
fena yazılar değil bunlar.
Ustaca yazabilmek isterdim ,
Bandini gibi..
Ve yıldızlara bakıyorum ,
Birkaç tanesi yanıp kayboluyor gözlerimde.
Bandiniye bakıyorum ,
kuşlara ,
çatılara ,
evlere
ve perdelerine evlerin
kağıda bakıyorum sonra ,
soluk benizli esmer kağıda
tümceliyorum gördüklerimi
usta bir şair edasında..
Tüm bunlar aynı günün farklı koşulları ya da farklı rengindeyken evrenin
ve evlerin yalnızlığında yürüyen o çocuklar
düş göremeyecek kadar , hürlerse sıcaktan ,
ısınabilmek için daha çok adımlarlarsa caddeleri ;
elimdeki ekmek içlerinden uzatıyorum sabaha
belki umulmadık kanatlara çarpar diye.
tünüyor gibiyim odama ve caddelere yürüyorum.
Soğuk , karanlık
ve sert , yerleri adımlıyorum .
Geri dönüyorum sonra ;
evime , tüm zamanlarına övünen kahramanların döndüğü gibi
dönüyorum.
Sert harfleri kullanıyorum anlatabilmek için sevgilerini ;
Sıcaktan alabildiğince hür olan o çocukların manzaralarıysa ;
yazı yazıyorum daha fazla ,
şiir biriktiriyorum ,
soğuk nöbetler tutuyorum sayfalara.
Bunların hiç biri sokaklarda okunmasa bile ,
küçük yaşlarına alfabeyi anlatıyorum ;
kahramanlık yapmadığımı bilerek ;
şımartıyorum kelimelerini ve ellerinden tutuyorum.
Onlar rüzgardan salıncaklarında bir ileri bir geri büyürken.
Fante diyorum ; Bandini ve Salinger elbette
ardından yıldızlara bakıyorum
her birimizi aynı anda örten yıldızlara nöbet tuuyorum.