Bardaktaki Ihlamur Ağacı

"O da sinirlenirdi ki bazen, camdan perdeye vuran gölgesini değişik şekillere benzetirdi beni korkutmak için karanlık gecelerde. Kasıtlı yaptığına inanıyordum bunu, aksi halde bir ağaç dalı nasıl olur da bir kediye,bazen bir ata ya da daha da fenası ağzını açmış bir cadıya benzeyebilirdi ki!.."

yazı resim

Ihlamurların önemini fark ettim bir gün ömrümde. Belki de tanıdığım ilk ağaçtı hayatta. Garip ama, yaşıtlarımın ıhlamuru sıvı bir şey sandığı yıllarda,ben ıhlamurun bir bitki olduğunu, onun ağaçta yetiştiğini,hangi mevsimde açıp ,hangi mevsimde toplandığını ,ağaçtayken etrafa nasıl güzel kokular yaydığını biliyordum. Bir ıhlamur ağacıyla aynı bahçede yaşıyordum çünkü. Tek fark benim bir evim vardı,o ise sığınacağı bir yer olmaksızın dikilip duruyordu bahçede. Bundandı belki soğuk kış geceleri dallarıyla camıma vurup durması, haklıydı tabii...Aynı bahçede yaşayıp ikimizde ,birimizin sıcak bir evde yatarken,diğerimizin bahçede dikilmesi pek adaletli değildi...O da sinirlenirdi ki bazen, camdan perdeye vuran gölgesini değişik şekillere benzetirdi beni korkutmak için karanlık gecelerde. Kasıtlı yaptığına inanıyordum bunu, aksi halde bir ağaç dalı nasıl olur da bir kediye,bazen bir ata ya da daha da fenası ağzını açmış bir cadıya benzeyebilirdi ki! Öyle korkardım ki onu böyle sinirli görünce, camı kırıp dallarıyla bana bir şey yapacağından korkardım. Sabah olup ta karşısına geçince, “bundan mı korktum ben gece “ derdim, incecik kollarına, pürüzlü gövdesine bakıp bakıp. Öyle masum dururdu ki karsımda gündüzleri, suçluluk duyardım bazen geceleyin ondan korktuğumu düşününce. Fakat gece olup ta el ayak çekilince, başlatırdı yine perdede gölge oyununu. Zamanla alıştım onun bu haline. Öyle alıştım ki hatta, camı tıklatmasından korkmuyordum artık geceleri. Aksine ,korksam bir şeyden ,camı açtığımda dallarını içeri uzatıverecek beni koruyacak bir arkadaşım var sanıyordum penceremin önünde.
Bahar gelince süslenirdi. Her gece onun kokusuyla uyur, her sabah onun kokusuyla uyanırdım. Sonra ona uzanırdı camdan, hayatta en çok sevdiğim eller! Ona uzanır sonra nasıl yapar bilmem, ince belli çay bardağına dolduruverirdi onu soğuk bir kış sabahı. Yarı uykulu gözlerimle yudumlarken bardaktaki ıhlamuru, o koskoca ağaçla, şu içtiğim şeyin isimlerinin nasıl olup ta aynı olduğunu sorgulardım kendi kendime. Aralarındaki bağlantıyı kavrayamasam da tam anlamıyla, okula gitmek üzere evden çıktığımda ,bir bakışımla teşekkür etmeden gitmezdim ıhlamur ağacına.
Yıllar onunla geçti...Ben büyüdüm, o büyümedi o hep büyüktü zaten. Ben değiştim, o hiç değişmedi hep aynı yerde durdu hep aynı şekilde. Ben gittim, o Hiçbir yere gitmedi, döndüm oradaydı yine. Her gidişimde evden, o uğurladı beni bahçede. Ve her gelişimde ilk o karşıladı. Soğuk kış sabahları yine onunla ısındı içim, yine onun gibi kokuyordu evim. Babamı son yolculuğuna onun altında uğurladık. O da bizim gibi bakıp kaldı ardından. Ağaçlar ayakta ölür derler ya, ilk kez o anda ağaca benzetmiştim babamı, öyle ya o da ayakta ölmemiş miydi...Onca yılın ve babamın hesapsızca gidişinin ardından, biz de terk ettik ıhlamur ağacını...Veda etmeye bile gitmedim. Karşısına geçip nasıl bakabilirdim ona, baksam nasıl gidebilirdim!Gittim ve önünden bile geçmedim bir daha...
Şimdi, ne zaman bir fincan ıhlamur konsa önüme ya da açık sarı renginde bir ıhlamur kokusu duysam, bizim ıhlamur ağacı gelir gözümün önüne ve bahar aylarında camdan ona uzanan, en sevdiklerimin elleri. Özlerim.Üzülürüm...Ama sonra avuturum kendimi : zaten onun dallarında ağzını açmış bekleyen bir cadı vardı, diye!

Başa Dön