Gecenin bir yarısı Edebiyat Siteleri ni tararken birkaç şiir gönlüme su serpti. Hüzün yerini yaşama sevincine bıraktı. Beni çocukluk anılarıma götürdü: Sanırım on üç, on dört yaşlarındaydım. Genç kızlığa doğru emeklediğimiz yıllar. Ablam benden çok güzel olmasına rağmen biraz daha kiloluydu. Aramızda sadece iki yaş olduğu için her şeyi birlikte yapardık.
O zamanlar -fi tarihinde!- dergiler,gazeteler, cep fotoromanlar şimdikinden daha çok okunurdu. En büyük zevkimiz artırdığımız harçlıklarla bunları alıp okumaktı. Bir gün ablam gazetede verilen bir tarif üzerine rejim yapmaya karar verdi.
Tabii bensiz olmaz.
Beni de Gücenirim,kırılırım. gibi dayanamayacağımı bildiği sözcükleri kullanarak ikna etti.Yapacağımız rejimin formülü şuydu: Sabah haşlanmış bir patates ve portakal suyu, öğle kor ateşte pişmiş bir patates -nedenini hala bilmiyorum- ve bir bardak portakal suyu, akşam yine haşlanmış bir patates ve - artık anlamışsınızdır - bir bardak portakal suyu. Çay ve kahve yasak. Bolca su içilecek. Zinhar başka hiçbir şey yenmeyecek. Ağzımı bıçak açmıyor, susuyorum.
Hangi akla hizmet ettiğimizi bilmeden başladık rejime. Her gün tartının üstündeyiz. Bir gün, iki gün ben sararıp, solmaya başladım, ibre ablam üstüne çıkınca zerre hareket etmiyor. Olduğu yerde sayıyor. Annem isyanlarda. Babam nerede marul var doldurmuş gelmiş eve, yememiz konusunda bizi ikna etmeye çalışıyor. Her şeye hayır diyoruz.
Artık ayakta duracak mecalim kalmadığında bir haftayı doldurmuştuk. Yavaş yavaş ben de isyanlardayım ama ablamda tık yok. Hiç unutmuyorum bir cumartesi gecesiydi annem odamıza geldi yalvardı yakardı; doktora gitmiş,anlatmış her şeyi. Doktor, kesinlikle tek yönlü beslenerek hele aç kalınarak rejim yapılmayacağını söylemiş. Ben dünden hazırım rejimi bozmaya ama ablama ayıp olur düşüncesiyle
Gecenin bir yarısı açlıktan uyuyamıyoruz. İlk hamleyi ablam yapıyor: Ne yapalım Hilâl bozalım mı rejimi? Ben çok acıktım. diyiveriyor.Ben dünden hazırım. İkimiz de fırlıyoruz yerimizden aç kurtlar gibiyiz ne bulsak yiyebiliriz. Mutfağa yöneliyorum, ablam: Dur! diyor.Ne olup bittiğini anlamadan odanın köşesinde pek de kullanmadığımız küçük -eskiden gömme dolaplar olurdu evlerde- dolaba doğru yöneliyor. Kapağı açınca bir de ne göreyim? Çikolatalar, bisküviler, fındık, fıstık daha şu an hatırlayamadığım bir sürü yiyecek bize gülen yüzleriyle selam veriyor.
Sabaha kadar gözümüz dönmüş, kıtlıktan çıkmış bir vaziyette tıkıştırıyoruz. Sonra da hazımsızlık, mide kırampları çekerek her şeye rağmen mutlu ancak gizli bir vicdan azabıyla uyuyoruz. Sabah kalktığımızda ikimizin de eli yüzü şiş, berbat görünüyoruz. Bu işe en çok annem seviniyor. Böylece bizim de bilinçsizce yaptığımız bir rejim denemesi daha başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Ancak hep aklıma takılan bir soru var. Ben sararıp solarken ablam neden benim kadar bu rejimden etkilenmiyor? Yoksa yoksa o dolap?! Yok canım ablam böyle bir şey yapmamıştır. Ablama soruyorum ama her seferinde İnan hiç hatırlamıyorum diyor..
Azıcık da yüzü kızarıyor.
] ]