Eskiler; Her şey bir sözle başladı. ve Önce kelam vardı derler Şiir ise bu kelamın en yoğun, en keskin, kılıçlaşmış hali olsa gerek Çoğunuza garip gelecek belki ama bu haşinlik de ancak estetik ve zarafet ile ortaya çıkar. Başka bir deyişle bu sihirli diziliş ne bir yanlışlığı ne de bir fazlalığı bünyesinde kabul etmiyor Herhalde insanoğlu bu zamana kadar şiir kadar etkili bir silah keşfetmemiştir. Eksiksiz bir şiir, her şeyi yok edilmiş, yakılmış bir milletin küllerini silkeler, ona tekrar hayat verebilir desek gerçekçi bir tespitte de bulunmuş oluruz.
Örneğin, Kalevalanın yaptığını hangi beşerî güç yapabilmiştir? Ufukları sislerle kuşatılmış Finlandiyanın bataklıklarından yeni bir milleti günışığına çıkarmayı başarmıştır.
İşte böylesine etkili, sanatın en yüce dalı olan şiirin mekânı da hiç kuşkusuz Doğudur! Masalın, destanın olduğu gibi! Nasıl ki romanın ve hikâyenin vatanı Batı ise, şiir de Doğunundur. Mevlanalar, Yunuslar, Hafızlar, Firdevsiler, Fuzuliler hep bu topraklardan çıkmıştır.
Goethe; Tanrım ben Hafız gibi dahi bir kulunla nasıl yarışabilirim? derken ulaşılamayacak zirvelerden birine işaret ediyordu. Gün geldi; kader sanki Doğudan yüzünü çevirdi, o güzellikler, o zirveler dünyasından silinmeye başladı. Sanatı da bundan nasibini aldı. Şükür ki köklü bir kültür, medeniyet ve geleneği olduğu için şiir damarı tam kurumadı!
Almanların mustarip çocuğu Nietzsche; İnsan, yalnızlığını gidermek için gülmeyi icat etti. diyor. Gülmek insani bir özelliktir; Allahın bir lütfudur, onda gülenin emeği yoktur. Dışarıdan uyarılır. Şiiri üreten duyguları ve idraki de o ilahi el insanoğlunun mayasına katmıştır. O mayadan, bir taşta gizli olan figürü ortaya çıkarmak için heykeltıraş nasıl olanca yeteneğini, gayretini seferber ederek ruhunun aksini; tasarladığı bir eseri maharetli elleriyle bize sunarsa, şiiri de şair aynen öyle sunar. Elbette şiiri okuyanla, üreten farklı şeyler duyar; tıpkı bir çocuğu doğuranla, seven arasındaki fark gibi. Biri varlığıyla, kanıyla hayat verir, diğeri o güzelden nasibini alır. Şairlik yolu güç yoldur, taliplisinden hayatını ister, her babayiğit o yükün altına giremez, heveslisi çok, gerçeği kuyrukluyıldız gibi azdır; bu azlardan birisi de bu ülkede yaşamış Dilaver Cebecidir!
Dilaver Cebecinin tohumlarını duygularında bulduğu, idrakiyle olgunlaştırdığı, kalbinin kanıyla beslediği ürünlerini topladığı Bütün Şiirleri kitabını yeni okudum. Ve bu eseri anlatmak, tanıtmak da aslında haddime değil. Hatta bu kitabı yeni okuyor oluşum da benim ayıbım Çünkü şiir ne anlatılır ne de özetlenir. Anlatılabilen, özetlenebilen de zaten şiir değildir. Şiir ancak okunur; okuyan idrak ve yeteneğine göre onun iklimine girer, takati oranında payını alır. Yine Cebecinin Mavi Türkü isimli kitabının PDFini okurken burada Dokuzlama adında ki yazısı ile karşılaştım.
Yazıyı okurken içindeki sözler burnumun direğini sızlattı. Gözlerimden yaşlar getirdi. Hem tüm Türk tarihini hem sevgiyi, aşkı, sevgiliyi adeta bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmesine vesile oldu
Evet, sevdayı ve aşkı bir halı gibi dokuyan Dilaver Cebecinin aşka da bigâne kalmadığı ve hayran kaldığım o yazısı:
Seni boşuna mı seviyorum sanıyorsun?
Biz, Kalûbelâda beraber değil miydik?
Ben o günü hatırlayamıyorum.
Sen de hatırlayamazsın.
Ama mutlaka yan yana idik.
Tanrı buyruğuna beraber baş eğmedik mi?
Evet demedik mi?
Çünkü sensiz eksik oluyorum.
Yarım oluyorum.
Biz, birbirimize Kalûbelâda vurulduk.
Peteng Kalası önünde Hakanın buyruğunu hatırlıyor musun?
Atlarımızı dört renge ayırıp yağıyı dört yönden kuşatmıştık.
Biz al atların bulunduğu safta yan yana idik.
Hiç unutmadım, doğudan esen bir hafif yel, san saçlarını ve börkünün yumuşak tüylerini dalgalandırıyordu.
Saçlarını o günden beri seviyorum.
Ağladığın zaman hep Ergenekonu hatırlarım.
Ergenekonu unutmak istemiyorum.
Hatırlamak için de seni ağlatmak mı gerek?
O günün aşkına beni bağışla, su gibi akan kan aşkına, alınan* doğranan erler aşkına, geçit vermez dağlar ve bereketli soyumuz aşkına beni bağışla.
İlteriş Kutluğ Kağanın buyruğuna ilk uyanlar biz değil miydik?
Kurt başlı tuğlar altında yüce dağlardan geçitleri seyrediyorduk.
Kartalca hür olmanın tadını birlikte tatmadık mı?
Çoğalıp acuna yayılmaya gök kılıçlar üzerine andımız var.
Nispetsiz cenkler içre gösterdiğimiz erlik ile kavuştuğumuz dileğe hamdolsun.
Bugün gülüşlerini özledim.
Güldüğün zaman, bembeyaz dişlerin görünür, güzel yüzünden her tarafa dolunay ışıkları yayılır.
O zaman bir eşsiz toy olur ki; Dedem Korkut gelir, boy boylar, soy soylar, bize kutlu adlar koyar, alkış verir.
Geçmişteki cümle toylarda beraberlik, geleceğin büyük toylarında da beraberliğimiz için gel Tanrıya yakaralım.
Neydi o Cuma sabahı?
Üstümüzde beyaz dua bulutları dolaşıyor, Çağrı beğin oğlu, bu dua bulutlarından örülü bir kaftana bürünüyordu.
Alınlarımız yağız yere değdiğinde Tanrıdan gayrısına kulluk etmemenin sevincini sen de duymuyor muydun?
Bin yıl önce secde ettiğimiz bu toprakta beraber ölelim.
Sen İstanbul gecelerini iyi bilirsin.
İstanbulda gece oldu mu, yıldızlar, Boğazın sularına düşer, Ay, güzelse, yıkanmış, saçlarını taramışsa, gönlünde yedi kat bir mehterin bestesi varsa öyle doğar.
Değilse hiç görünmez.
Biz bu Ayın, bu yıldızların altında gümüş tekneli gemileri dağlardan çekmedik mi?
O gece omuzlarımızda açılan halat yaraları çoktan geçti.
Ama o yaraların doyumsuz sızısını şimdi yüreklerimizde saklıyoruz.
Arada bir ağlamaya muhtaç mıyız ne?
Bilir misin ki biz yerin ve göğün paylaşamadığı kutlu kişileriz.
Bizi, acunda toprak, gökte uçmak çağırır.
Ey toprak! Ey uçmak!
Can istedin vermedik mi?
Kan istedik vermedin mi ki, ellerimizi arkamızdan bağlayıp, gözlerinin feri sönmüş, şu insancıkların önünde boynumuzu ipe veriyorsun.
Biz erce ölmeyi herkesten iyi biliriz.
Birazdan ışıklar yanacak sevdiğim.
Varsın karanlık olsun.
Aynı göğün altındayız ya
Nabızlarımız birlikte vuruyor ya
Güzelliğini, doyumsuzluğunu, ebediliğini biliyorum.
Bu karanlığın ortasında karıncaların kıskanacağı bir gayret içindeyim.
Biliyorum ki, ışıkların yandığı zaman, bir daha çözülmemek üzere ellerimiz birbirine kenetlenecek ve acunda* bizim töremiz işleyecek.
Seni boşuna mı seviyorum sanıyorsun?
*alınan: tuzak ile, kalleşlik ile
*acun: Dünya.
Evet, Dilaver Cebeci önce bir şair, iyi bir gözlemci ve saygıyı hak eden bir akademisyen olduğunu ismini ilk kez duyanlara belirtmek isterim. Bestelenen Türkiyem şiirini şarkı formatıyla bilmeyen, dinlemeyen kimse de yoktur herhalde. Diğer taraftan Cebeci hakkında yaptığım mini araştırmada onun çok iyi bir mizah yazarı olduğunu da öğrendim. Seyyahı Fakir Evliya Çelebi müstear ismiyle yazdığı yazıların bir kısmını okudum ve gerçekten harika eserler bırakmış dünyamıza
2008 yılında İstanbulda ani bir kalp krizi sonucu vefat eden şairi Çengelköy Mezarlığına defnetmişler
Ne diyelim? Ruhu şad, mekânı cennet, makamı âli olsun inşallah
Kalın sağlıcakla